Gece Gündüz

Nerde, içinde mi oturur sözcüklerin,
Cebimde gezdirirken düşürdüğüm tanrı?
Ondan etekleri kaldırıp bakıyorum.
Bakıyorum bir leke, bir çalgı sadece!
Ondan çalgılar çalıyorum gece gündüz
Bakıyorum, ne yeteri kadar ağacım,
Ne çakılım, ne insanım yeteri kadar.
Türlü giysilerle çıplağım, üşüyorum.
Bakıyorum yalnızım, bir türkü sadece!
Ondan, ondan işte bu türkü gece gündüz.

Oktay Rifat




Nerde, sözcüklerin içinde mi oturur tanrı?
Düşerken dünyayı acıtan bir yanı var,
Ondan sözcükler bunca üzgün, kıvamlı.
Bakıyorum bir pıhtı, bir seccade sadece,
Ondan duaları susuyorum günde beş vakit,
Cebimden düşen bir tanrıyı suluyorum!
Aslında ne suyum, ne ağacım yeteri kadar,
Ne taşım, ne insanım, ne de gökyüzü.
İstesem ben de sorardım sarı çiçeğe,
Çıplaklığım sizin için ciddi bir engebe.
Yalnızım, bir suyun sesini duyuyorum,
Ne taşım, ne insanım yeteri kadar.
Ondan, gece gündüz içimde,
Ondan, ondan işte bu yeşeren endişe.

Altay Öktem

(yasakmeyve ekim05)(büyülü bahçe)
dilin öncelikli görevi susmaktır.
Geçkin bir vicdan vızıltısı,
Çürümüşlük kokusuyla yıllanmış bir pişmanlık,
Hayallerindeki gibi saçlarını savuran değil,
Tutup saçlarından sürükleyen arsız bir rüzgar,
Cenneti olduğu gibi hayal edebilenlerin cezalandırıldığı cehennem,
Tanrı'nın özgürlüğüne öykünenlerin zindanı kör bir kuyu,
Tatlı bir rüyanın ortasında atılmış koca bir çığlık,
Dilsiz bir sessizin yüreğine saplanmış koca bir gürültü,


Ve hayat ve çağrıştırdıkları.
Tanrı'ya inanıyorum.
Ama ya O bana olan inancını çoktan yitirdiyse?
Olsa olsa simsiyah bir lağım faresi kadardır tüm ürkütücülüğün ölüm.
Olsan olsan rüyalarıma gireceksin,
Bense karanlıkta kızardıkça kızaran gözlerinden ürküp,
Elimde bir süpürgeyle üzerine yürüyeceğim.

Hayat,
Olsa olsa bir karakedi kadardır tüm sevimliliğin.
Bense uğursuz diyenlere aldırmadan pisilemeye devam edeceğim.
Eteklerimi toplayacağım bir yandan,
Bulaşmasın diye pisliklerin.
Doysun diye aç karnın,
Yemeyip, içmeyip, sana yedireceğim.

Sevgili hayat,
Ölüm ile seni birbirinize düşüreceğim.
hayat denilen boşluk adına yakışmayacak şekilde gürültülü. anlamlı tek ses duyamayacaksınız. bence kabarttığınız kulaklarınızı indirin ve sessizliği düşleyin.

Amnezifobi

...
Ben seni cehennemin kanyak niyetine içildiği yerde bekliyorum
İnecek kıyametse varsın insin
Biz göğsümüzde çelik döveriz her gece
Cennetse bir sirk dolusu hayvan konvoyu
Varsın ayakta yaksınlar
Tek lanet inmez dilimden aşağı
Öyle ya
Biraz küçük kesmeli nefret sütünden aşkı
...

Nur İpek Önder
(Karakalem May-Haz 09)
Yaşlanacaksın, yaşlanarak gideceksin, bir kaç yaş ya da yetmiş yaş, gitmek için yaşlanacaksın. Dans edeceksin, acılar içerisinde bir o yana bir bu yana kıvrılarak dans edeceksin. Yaşlanarak dans edecek, dans ederek terk edeceksin. Anlık gölgeler bırakacaksın rastladığın her ışığa, alındığı anda verilen nefeslerle sayılacaksın. Dans ederek gideceksin ay ışığında, gölgeni teslim ederek ay ışığına.
Sana düşen sadece susmak, bir hayat yaşanırken sadece çeneni kapalı tutmak. Sana düşen, gün ışığına öyle bir durmak ki, içine düşürmek tüm gölgeleri, en ufak parçasını dışarı taşırmamak. Durmak sana düşen sadece ama hissetmediğin yerde varolmamak. Susmak sadece sana düşen ama en tizinden tüm sesleri duymak.
Öpüyorum.
Öpüyorum göz kapaklarının en ince derilerini,
Bakışlarını ta dudaklarımda hissediyorum.

Duruyorum.
Duruyorum, nefesim yapıyorum soluğunu.

Uyuyorum.
Uyuyorum, düşlerim oluyor hayalin.
düşüncelerin bittiği yerde sen varsın çocuk ve düşüncelerin başladığı yerde de ve düşüncelerin dolanıp durduğu yerde.
kusamayacağınız bir mide bulantısıdır yaşamak, her nefeste biraz daha içinize birikir.
''Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!''

demek benim harcım değildir.

Koca gökyüzünde yapayalnızlığını ilan edercesine parlayan o 'bi başına' yıldızın adını Nilgün koyuyorum bu gece. Bu gece şiir taptaze, dolgun, koyu kırmızı bir gülün kokusunu taşıyor.

Ay Kovalayan

şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, yağmur yağdırmayan şimşekleri getiren bulutlar karaya çalan bir aydınlık taşıyor.
gecenin aydınlığı dolunayı bir kaç gün geçeyi gösteriyor, iç yakan bir yeşil kokusu hakim pencere önlerine.
caddelerde şiddetli bir eğlence hüküm sürüyor, kör kulaklarla notaları ıskalıyor yaşıtlar, hem cinsler, karşı bedenler.
ara sokaklarda sinsi bir huzurun sessizliği yankılanıyor, yere kadar uzanan ağaç dalları saklamasa kendi gölgesinden tedirgin olacak huzursuzlar.
şehir yer altından pislik yürütüyor, sezdirmeden gizledikleri var.
bu gece bütün şehri huzursuz bir uyku bekliyor.
az da olsa tereddüt ettiysen insan uyuma, kaybolana kadar Ay'ı kovala.
bu mezar güzelliğini neye borçluydu?
hiç bir ölü bu kadar çok ağlamamıştır, gözlerinden geliyordu bu güzel mi güzel çiçeklerin suyu.
ölümünden sonraki ilk doğumgünü. ölmüş bir kadının doğumgününü anmayacaktır katili. ölümden sonrasını merak edenler için söyledi bana bunları, sadece ve sadece yaşamamakmış ölmek. görmek duymak işitmek bilmek kadar gerçekmiş ama dahil olmak istediğinde ölüm denilen camdan duvara toslamak, her çarptığında kırılan parçaların elini yüzünü kanatması ve her seferinde acımak, dahil olamamak. kullanmadığınız bir arabanın arka koltuğunda sessiz ve yavaş bir yolculuğa çıkmak gibi, sessizce hayatın içinden geçmek, bir cam mesafesinden bilmek yaşamı.
Ve bir kadın terzisinin bizzat kendi tenini dikerkenki inceliğiyle parmaklarını ve bizzat kendini dilerkenki inceliğiyle özgürlüğünü ve yalnızlığını.
Ve her gece ve yine bir fırtına kopuyor bu odada. Bir kez de tersten okunmak istiyor kelimeler ölümcül arzularına anlam katan kıvamlarıyla.

sessiz

-Ne kadar da güzelsin sen, algıların ne kadar da savunmasız, ne kadar da müsaitsin bedeninde acılar barındırmaya. Gel şöyle yanıma otur güzel kız, sana sırlarımı vereyim.

-Anlat bana çocuk, sen anlatırken ben de senin doğacak çocuklarını seveyim.

-Her iz bir sırdır güzel kız, izlerine gizle sırlarımı ve sırlanmış yaşanmışlıklarınla besle. Ama güzel kız, yüzüme doğrultma sakın yaşanmışlıklarını, görmek istemiyorum kendimi senin yüzünde. Ve güzel kız, alıp kabul ettiğin her sır, sahibinden çok senin yaşanmışlığındır artık.

-Anlat yine de çocuk, doğmayacak çocuklarım içimde kendilerini boğarken.

-Dinle şimdi küçük kız...