Hiç bitmeyen bir üzüntü ve keder döngüsü içerisinde, sürekli çiçek sulamak... 

Hayat hiçbir zaman kolay olmayacak ama yaşamak hep çok güzel olacak. 

 

Büyümüyorsun artık, ölüyorsun. 

Öğrenmiyorsun artık, çürüyorsun.

Her şey daha çok. 
Ölüm, hayat, keder, neşe. 
6 yaşında bir kız çocuğunun , dünyada varolmayı hayal ettiği gibi bir kadın olabildim mi? 
Umarım. 
35 yaşında bir kadının, dünyada varolmayı hayal ettiği gibi bir insan olabilecek miyim? 
Umarım. 
Kucakladığım ve kendime kattığım, dışladığım ve kendimden çıkardığım herkes ve her şey ile, öğreniyorum, yaşlanıyorum, filizleniyor ve çürüyorum. 
Çünkü artık biliyorum, öğrendim, daha yaşarken ölüyor insan. 
Özlemenin ne kadar uzak, ağlamanın ne kadar çaresiz, mutlu olmanın ne kadar basit olduğunu öğretecek her an. 
Süzülerek yaşayacak, neşeyle varolacağım. 
Tıpkı, umduğum, hayal ettiğim gibi. 
Kendim ile.

Ömrümün telaşı değişti. 

Bir çift söz aramaktan vazgeçtim.

Kulağımda bir saksağanın katı sesi, 
Çürüyoruz hep birlikte
Böyle elimde tutabileceğim birşeye dönüşeceği hiç aklıma gelmezdi. Şimdiye kadar ne yaşadıysam, iyi ki yaşadım. Ama en güzel günler şimdi sizinle çiçek açan günlerimiz. Acımız, kederimiz, kahkahamız, sevincimiz hep bir olsun canlarım. 
Çok çok çok ama çok seviyorum sizi. 
Kevaşe ❤️
Sevgiden, aşktan da büyük bir şey varmış.


İnandım. 
Neyse ki, bir kuşun uçuşuna 
Kalbim çarpıyor hala. 
Merhaba,
Sizi tanımıyorum ama gülüşünüzdeki sıcaklık birlikte güzel zamanlar geçirdiğimizi söylüyor bana.
Saçlarınızda dağınık bir rüzgar, gözlerinizde yakınen tanıdığım bir hüzün var.
Size çok değer vermiş olmalıyım ki, eski bir heyecanı yineliyor yüzünüzde uçuşan  mimikler.
 Bildiğim bir sırrınız varmış sanki, nasıl da merak uyandırıyor kızgınlıklarınız.
Sanki tüm o yaşananlar yaşanmadan da, sizde kendimden emanetler varmış.
Sizi tanımıyorum ama şimdilerde mutluluğunuzu betimlemek  büyük bir keyif veriyor bana,
parmaklarınızdan eksik olmayan sigaraları saymak ve boşaldıkça kadehinizi yeniden doldurmak,
dağıttığınız gazetelerin içini toplamak ve yanık unuttuğunuz tüm ışıkları tek tek kapatmak..

içime hayat doluyor sana bakınca, çocuk.
yaşa çocuk.
kuşlara imreneceğin ömrün olsun.
vücudumun %90'ı deniz.
ve batsın diye mi bağladınız bu kayayı yüreğime?
''Üstelik, biliyorsunuz,
içimizdeki kalabalık her daim dışımızdakinden daha büyüktür.''
''
ama bizim dünyada ne zaman kimse aç kalmayacak?
korkmayacak kimse kimseden,
emretmeyecek kimse kimseye,
yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?''
sırtında bir kayışla bir araba adam çekiyor,durmadan
omzunda bu ne yük, ah..
hava is, duman..
yüreğim dev bir buz dağı
anbean eriyip okyanusa karışan
siz uzaklaştıkça dünyamızdan
iklimlerimiz değişiyor hiç durmadan..
bugün tüm yüzler güzel
tüm ruhlar bağışlanmış
ölümün uslandırdığı bir gün mü bilinmez
tüm yürekler tek
tüm sevdalar birbirine dahil
bugün tek yaramız özlemek
tek avuntumuz yaşadık diyebilmek
bugün hepimiz bir hikaye
dilden dile anlatılan birer masal aşklarımız
yürekten yüreğe uzanan şarkıları zamanın
dudaklarda tebessüm isimleriniz
 
kaybederek çoğaldık
barıştık işte ötekimizle
...
 
 
 

keder mi bu,
koynumda büyüttüğüm,
boynumda kokan gül?
o bahçede dansederek gezinmek istiyorum ve dünya güzeli bir kadının gözlerine gülümseyerek elimdeki çiçekleri uzatmak ona. ama bir el beni tokatlayarak yalancı bir dünyaya gözlerimi açıyor ve dünya güzeli kadın aç bir insana dönüşüyor ve elimdeki çiçekler üç beş banknota. açlıkla hayvanları kemirmeye başlıyor insanlar ve bir yandan ceplerindeki kuruşlukları sayıyorlar. yağlı ağızlarla öpüşüyor ve dokunmatik ekranlarda birilerini aldatıyorlar. birini özlemekten bahis açıyorum ve bana biraz daha yemek istediklerini söylüyorlar. ağızlarının şapırtısı midemi bulandırıyor ve kendimi büyük bir çukurda üzerime kemikler bırakılırken buluyorum oracıkta. tanrım ne çok uyudum ve ne çok güldüm. bağışla beni kendim bağışla beni bağışla...
OTUZ İKİ KISIM TEKMİLİ BİRDEN: CEMAL SÜREYA

1. Orta boylu, zayıf, kumral saçları dalgalı, geniş alınlı, iri kahverengi gözlü, uzun ve derin kirpikli, kar beyazı dişleri olan oval yüzlü bir adam…

2. Nüfus cüzdanındaki adı Cemalettin Seber’dir.
Başlangıçta, Cemal Süreyya diye yazar adını.
Üvercinka adını verdiği sevgilisiyle girdiği iddiada kaybeder ikinci ‘y’ harfini ve o günden sonra bir daha hiç kullanmaz. Borcuna bu kadar sadıktır. Güvenilir insandır.

3. Doğuludur.
Erzincan doğumludur.
Göçebedir. Muhacirdir.
Sürgündür. Uçurumda açan çiçektir.
Beyaz gülüşlü bir kardelendir.

4. Zor ve olanaksız olanı dener, başarır. Belki bu nedenle düşünce kökleri derin, dünyanın ve insanların resmini çekmek için bir fotoğraf makinesi gibi kısık gözleri abartısız bir derinlik ve dikkatle çevresine dönüktür. Belki zekâsı onun için bu denli parlak; derviş yüreği gösterişsizdir.

5. Erzincan, Bilecik, İstanbul, Ankara… Sonra bütün bir Anadolu… Göçebelik hiç bitmez. Hangi şehirdeyse orası, yalnızlığın başkentidir.

6. Bütün başarılarını Ankara’da kazanır, İstanbul’da harcar.

7. 26 yılda 29 ev değiştirir, adres olarak PTT’den kiraladığı posta kutularını kullanır.
En son yaşadığı evin bulunduğu sokağa Cemal Süreya adı verilir. Hiçbir şeyi yoktur akıp giden sokaktan başka.

8. Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılıdır. SBF’nde maliye ve iktisat bölümünü seçer. Ece Ayhan, Sezai Karakoç ve Muzaffer Buyrukçu’yla arkadaş olur. İyi notlar da alan kötü bir öğrencidir.

9. Maliye müfettişliği, devletin en büyük kariyerlerindendir. Yılda 3-5 üniversite mezununun girebildiği bir memuriyettir ve bunu SBF’nin göçebe öğrencisi Cemal Süreya başarır. Hayat için, büyük bir başlangıçtır.

10. Küçük bir grup içinde Ahmet Cemil acıları yaşar. Dostoyevski hayranıdır. Yalnızdır. İçe kapanık ve çekingendir. Son derece utangaç ve sessizdir. Gidip bir dükkanda bir şeyin fiyatını soramaz. Başkalarına sordurur çoğu zaman. Bir şeyin yarım kilosunu alamaz.

11. Memuriyeti sırasında görevle gidip l yıl kaldığı Paris’ten getirdiği arabayı satıp dergi çıkarır. Papirüs macerası belki hak etmediği ilk yenilgidir.

12. Papirüs serüveninden sonra tekrar döner memuriyete. Bu kez iddialı olarak: Maliye Tetkik Kurulu üyeliği ile başlayan çizgi Darphane ve Damga Matbaası Müdürlüğü ile noktalanır. Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon önyargılı teftişinde hiçbir olumsuzluk bulamayınca ‘Her şey yolunda, ama burayı pek temiz bulamadım.’ deyince Cemal Süreya da ‘Burası bir iki saat öncesine kadar hiç kirlenmemişti.’ karşılığını verir. Yüreği hariç, bütün kapıları açmıştır bakana.

13. Artık kendini memuriyette ispat etmiştir, emekli olur. Kartviziti de hazırdır: Şair ve eski genel müdür. Emekli ikramiyesini şiire yatırır. Yeni mesleği kelime kuyumculuğudur.

14. Paranın egemen kılınmak istendiği bir dünyada yalnız şövalyelerden biridir. Kalemini çıkarıp en önde hücuma geçecek diye boşuna beklenir. Düşene tekme atamaz, yüreği kaldırmaz. O vakit ne yapar? Oturup şiir yazar.

15. İnsan, şair olunca başka şey olmaz mı? Onun kadar değişik, renkli alanlara yayılan şair pek azdır. Şiir dışındaki uğraşları yalnız ekmek teknesi değildir. Yaptığı işte mutlak başarı sağlamalıdır. Yenilgiyi kabullenmek zordur.

16. Yapısında hep ikilemler vardır. Kendini tatmin mi, yoksa topluma hizmet mi? Bocalar bu ikisi arasında. Tutkuludur Şiir tutkusunun bir yanında, kendini ispat etme, önemli, tanınan biri olma isteği de vardır.

17. Alınganlık, kırıcı yapar onu. Aniden parlar. Çok rahat arkadaş olur, dost olmaz. Arkadaşlarına çok fazla bağlanır. Çoğu zaman arkadaş yerine mürit arar. Sesinde hep uykusuz bir Türkçe vardır. Konuşurken gözlerini hep kısar. Her zaman Bir Tereddütün Romanı gibi konuşur.

18. Hoşgörünün en somut simgesidir. Bağışlayıcıdır. İnsanları iyi olan yanlarıyla sever. ‘Hayır!’ demeyi bilmediği için başına gelmeyen kalmaz. En yakın çevresinin içinde dağ başları kadar yalnızdır.

19. Gülümsemeyle hüzün yan yanadır onda. Özgürlük ve kendine güvenle lirizm; sıkıntı ve bunalımla ince alay iç içedir hayatında ve şiirinde.

20. 2000’e Doğru dergisindeki portreleri ve söz senaryoları, derginin en çok okunan sayfasıdır. 99 Yüz adıyla bir kitap yayımlar. Portre yazımında bir çığır açar.

21. Arkadaşı Muzaffer Buyrukçu’yu da kattığı bir fantezi bildiri geniş yankı uyandırır. Turgut Özal’a bir intihar çağrısı yapar: ‘Ülkemizi sizden / Sizi de kendi özel sıkıntılarınızdan / Kurtarmak için / Arkadaşım Muzaffer Buyrukçu’yla / Bir önerimiz var: İntihar etmelisiniz! / Ben ve Buyrukçu bu konuda / Dostça omuz veriyoruz size. / Gelin, halkın önünde, / Üçümüz birlikte intihar edelim / Yer: Kadıköy eski iskelnin önü / Gününü ve saatini siz saptayın / Ülkemiz sizden kurtulsun / Biz de bir işe yaramış olalım’

22. Elli yıldır sustuklarını söyler düzyazılarında. Aydın, demokrat geçinenlerin ucuzlaştığı bir ortamda, taviz vermeden, boyun bükmeden, el etek öpmeden kenara çekilip ayakta, dik kalabilmeyi seçer.

23. Ülkü Tamer, onun için ‘Cemal: Atlas okyanusunda fıratın salı / Zap suyunda Alp çiçeği’ der

24. Bütün sevgililerine ‘Annem çok küçükken öldü / Beni öp sonra doğur beni’ diye seslenir.

25. Kendi kendine mektup yazar. Aşk, ona göre aynı masada mektuplaşmaktır. Ütopyası, kendi mektubunun postacısı olan kızdır. Hep âşıktır. Dört kez evlenir. Nerde bir çift göz görse tutar onu sevgilisine tamamlar.

26. Bir ara Cemal Süreya ile birlikte yaşayan Tomris Uyar, 1964’te Ülkü Tamer’le, 1967’de Turgut Uyar’la evlenir. Aynı dönemin üç şairine eş ya da sevgili olmuş Tomris Uyar hakkında hiç konuşmaz. İçlenmek zenaatında ne kadar usta olduğu bilinir. Hüznün kuşlarını canıyla besler.

27. Bir oğlu bir kızı vardır. Oğlu Memo Emrah’tan çok çeker. Ölümüne yakın oğlundan dayak yer. Kızının nikâhında bulunamaz. Çünkü, haberli değildir.

28. Parasız günlerinden birinde kızı Ayçe’ye şiir karalamalarını vererek ‘Bunları sakla, ileride para eder.’ der. Kızı, şiirlerinin ne kadar saçma olduğunu söyler.

29. Kadıköy sahilinde yürürken her an karşıdan Fazıl Hüsnü Dağlarca gelebilir düşüncesiyle önü hep iliklidir.

30. Şairi, şairden başkasının tanımadığına hep üzülür. Bir gün duraktaki yolcular arasında otuz yaşlarında bir adam Pazar Postası okuyordur. Hem de Cemal Süreya’nın şiirinin bulunduğu orta sayfayı… Adama ‘Nasılsınız efendim, ben Cemal Süreya’ diye yaklaşır. Adam, ‘Memnun oldum. Ben de Nuri Pakdil.’ der.

31. ‘Gün gelir anılar da değiştirir sözcüklerini’ Sezai Karakoç, Mülkiyeden arkadaşıdır. Ona hep ‘Sezo’ der. Ankara’nın hür hayalli çocuklarıdır o sıralar. Sezai Karakoç’la Ankara’da görüşmek ister. Ancak, Karakoç’un ‘Sen benimle randevu almadan görüşecek adam mısın?’ sözüne çok kırılır.

32. Elli dokuz yaşında, yedi kırlangıç ömründen dört yıl alacaklı ölür. Ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürür.


''..kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım''
çocukluğum bir çiçeklenir, bir bozguna uğrar,
yitirdikçe yinelenir bir anı.
pek adil değil
hiçbir gözyaşı
bir gözün diğerine hatrı
bir sözün hep bir diğerine
ne olur ağla
tüm o yaşanmışlığınla

 


diz boyu papatyalar...

''yüreğimde kesik bir güvercin kanat çırpıyor. acısa.'
'


-kızım, babanla konuştum, seni bize yollamayacaklar bu kış. 
onların yanında kalacaksın. yaramazlık etme sakın...  
Bu çocukluğun var ya. Hiç yitirme onu, bazıları yitirmezler. 
Sen öyle bir çocuğa benziyorsun. Korun.

-Olur, söz.
kağıttan bir balık çizdi.
balık mermerde yüzdü.
balık suyu sevmedi.
''
seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben.
evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım.
yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını.
kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi.
güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı.
kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu.
bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes.
koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar.
incelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti.
şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu.
gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara, ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi.
seni korumak için karşı durdum tüm bunlara. dünyayı senden geçirerek sevdim.
geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme.
günlerdir yoksun. öfkeni bile özledim. nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum.
ayrılıktan medet umar oldum. kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım...
ömrümden öteye taşıdığım çocuk...
ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim...
''
bütün ağaçlarla uyuşmuşum
kalabalık ha olmuş ha olmamış
sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
ama ağaçlar şöyleymiş
ama sokaklar böyleymiş
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yangelmişim diz boyu sulara
hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle dövüşemem
siz ne derseniz deyiniz
benim bir gizli bildiğim var

sizin alınız al, inandım
sizin morunuz mor, inandım
ben tam dünyaya göre
ben tam kendime göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız




tel cambazının
tel üstündeki durumunu anlatır şiirdir


turgut uyar
çünki bahar, önce gözlerine gelir sevgilim.
''Biri susarak okunu tanıdı, öbürü kusarak okunu kırdı.
Kaçınılmaz bir zavallılık ve bana açıklıktan sözedivermiş,
netlik, doğruluk, yalınlıktan; içi, götü, ciğerleri, kalbi, böbrekleri titrerken...
Beni hiçbir ışığın altında görmeyecek o! Bildiği hiçbir ışığın! Çünkü ışığı yok onun!''
bin gece koynunda ağlayınca bir gül,
ellerin hiç kanamadan sevebilirsin dikenlerini onun.

yüzüm kırmızı kokuyor, benim
ellerim gün kurusu.




A Rose Among Thorns

kendi savaşını başlat.
mermisiz silahını doğrult onlara.
beyni hedef al, kalbi yaşat. gürültüyü sustur, müziği aç.
ışıkları kapat ve uyuyan resmi uyandır.
susarken ne demek istediğini çok iyi anlıyorum.
üzgünüm, bu ben değilim.
yağmur bir kuyuya yağarsa kuyu dolar.
ama kuyuyu anlamayan, kuyuyu dolduran suyu anlayamaz.
üzgünüm, bu ben değilim.
içimdeki boşluğu sığdıracak bir yer bilmiyorum.
gökyüzünün bittiği yerdesin.


nilgün marmara/kırmızı kahverengi defter/notlar


Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı.

Herkes evinin önündeki çölü süpürmelidir, içerdeki çölü dışardan sızmış olarak görüyorsa, beklesin, ağır ağır dışarı aksın kum tanecikleri, biriksin ve dışarının çölüne bitişsin, o zaman herkes yine evinin önündeki çölü süpürmeyi sürdürebilir...

Çöl rengi bir elbise giydim.

Sonra sözcüklerin kumda bırtaktığı izlerin içine yerleştim.

Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir. İçerde olan, tek kişilik oda oyunlarına düşkün olan üzerine kapatılan kapıdan habersiz ve kolayca dışarda olanın üzerine kaç kapı kapıyor.

Biri susarak okunu tanıdı, öbürü kusarak okunu kırdı. Kaçınılmaz bir zavallılık ve bana açıklıktan sözedivermiş, netlik, doğruluk, yalınlıktan; içi, götü, ciğerleri, kalbi, böbrekleri titrerken... Beni hiçbir ışığın altında görmeyecek o! Bildiği hiçbir ışığın! Çünkü ışığı yok onun!

Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok. Dilsiz şarkıcıları düşünüyorum da öylesine kendilerini kendi yağlarında kavuran varlıklar! Bıçaksız bıçaklıları, çölsüz çöllüleri, kumsuz kumluları... Çocuğun ilk hecesi: Acı, sonraki çift hece: Doyum. Yanılsama. Yanılsama!?! Bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. Hep karanlıkta düşünürler.

Doğmuş olmak bir referans mektubunu nereye ve kime götüreceğimizi bilememektir.

Ölüm yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız...

Açılmak,açmak. Göğe, yerküreye, suküreye, insanlara, düşünceye, geçmişe, gelecek ve şimdi'ye açılmak... dünyaya yönelik tehdit oklarına hafif bir tebessümle bakmak. Tebessüm güncel-geçici ile evrensel-kalıcı olan arasındaki ayrımı görebilmek ve özümseyebilmenin imidir.

''Nereye gittiğini bilmiyorsan, derin bir bağın yok demektir. Olsaydı öğrenirdin.''

Bu eksiksiz gediksiz kaydeden vücudun, bu anı deposunun tüm koordinatlarını belirleyebilecek, yaşarken sonsuzca, sonsuzca yazabilecek bir akıl.

Saklamanın kaydetmenin sevinci ve acısı.

Her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli.

Dilsizliğimi, uzam ve insanın eksikliğinin genliğinde öğrendim.

Çölgörmüş bir hali var.

Başkaldırmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?

Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?

Gerçekliğin benim düşlerimden bir ayrımı yok -Öylesine ince delikli bir ağ ki bu üzerimize kapanan, kapanan, kapanan, bu Kapan!

Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yokedilmeli.

Bu balıkhaneler bu kancalar niye varlar, yüzlerimiz neden yüz bedenlerimiz niçin balık öyle asılı dururken ve dönerken ağır aksak?

Bir tarafı Godard şantiyesi bir tarafı Altmann gölü bu garip mekanın ortasındaki ben Nilgün.

Godard çalışan işçilerin, devinen makinelerin üstüne aşk sözcükleri bindirirverir, çarpıcı bir karşıtlık/koşutluğu yakalayabilmek, gösterebilmek için. Emek-üretim-aşk-tükeniş.

Arzu yeterince varsa dönüştürme kolaylaşır.

İklim ve polis izin verirse çingeneler çıplak gezer.

Ölürken kahkahamı ona bırakacağım.



Böyle bir morla alçalttım sizi!



öyle güzel bir rüya gördüm ki.
öyle güzel bir bahçe, pembe beyaz ve daha önce hiçbir yerde görmediğim çiçekler.
bu, yanında olmanın getirdiği bir iyilik hali değildi.
bu, yanından bir rüya boyu uzaklaşmış olmanın getirdiği büyülü sarhoşluk haliydi.
bak nasıl da seviyorlar birbirlerini, geceyle gündüz gibi,
hiçbir zaman aynı yerde olamamak gibi...
''
kelebek demeyin bana
değilim bir kelebek
kısa bir ömrüm olmadı ki kelebek olayım
bence yaşlı bir çınar olabilirim ancak
belki gövdemde oyuklar vardır büyüdükçe büyüttüğüm
belki dallarımda sevdiklerim vardır
ne kadar sevsem de onları
sadece bir kısmının içeri girmesine izin veririm
belki derinlere girenler zaman zaman çürütür beni
belki de besler hayat bulurum
belki budanmak isterim zaman zaman daha da büyümek için
bazen de kuruyup gitmek isterim
ne kadar da severim kendimi zorlamayı
ben sert havaları sevenlerdenim
rüzgarlar tokatlasın isterim beni sarsana kadar
rüzgar ne kadar sert eserse ben de o kadar acımasız olurum
peki kendine bu kadar acımasız olan insan nasıl bu kadar şefkat bonkörü olur?
en merak ettiğim de bu, bunu nasıl yaptığım.




seni seviyorum
pikachu..
şimdi diyeceğim o ki; yanıldın küçük kadın.
sen sevmeye çalışırken, kendini hep haklı sandın.
evden kaçmayı ihmal ediyoruz çoğu zaman ve sokakların tek sahibi olarak üzerlerinde uyumayı.
gözlerinde küllerinin savruluşunu gördüm
o gün, dünün.
beklemek, yarını'dır zamanın.
yüzünden maviye uzanan çizgiydi anlam.
''
ama çocuklar kusura bakarlar.
kuşlar gibi.
hani taş atmıştım bir kez de küsüp kaçmıştı...

ben şimdi kaçamıyorum İnci.
ama büyüyünce kaçarım belki.
hani o mavi uçurtma gibi...
''
adı vardı, onun da herkes gibi bir adı vardı.
ama ben en çok,
ben en çok yüzünü telaffuz ederdim.
hatırlamadığım bir adı vardı,
ama zaten,
ben en çok yüzünü telaffuz ederdim.
bazı geceler öyle sırlanır ki, sonsuza dek siyah kalırlar.
'artık seninle biz, düşman bile değiliz.'
çünki, hep güzel kokmaktan yorulmuştu çiçek.
odanın kokusu,
sadece bir anlığına.


bu şarkıyı hiç anlamadın,
ve hiçbir zaman anlamayacaksın.


Tori Amos - purple people





saçlarıma tutunup yatağıma tırmanacak sandım.
uyandım. saçlarımı topladım.
yüzümden dökülen bin parça yüzün.
''sen de değilsin,
o da değil,
kuzey yıldızı daha uzakta.''
yüzünde yalanmamış bir zarf açıklığıyla güldün,
yüzündüm.
beklemek, adı mıdır zamanın?
dudaklarımın ucunda başka bir anlam vardı,
'haklısın' dedim o'na..
''melekler uçsun diye açmıştın pencereyi
bir değil, iki değil, çok atladım aşağıya..''
beni de yanlış öptüler abicim,
kalbimi yanlış yerinden böldüler.

sevgilim beni kalbimin tersinden bıçakladı,
sevgililerim kalbime tersinden pansuman yaptı.

kalbimin düzü ise hiç dokunulmadı.
hiçbir yüz sokulmadı,
henüz hiçbir güzü yaşanmadı,
abicim.
6.7.8



kutlu olsun.
en çok kemiklerim acıyor,
omurgam acıyor en çok,
en çok şu kaburgam acıyor..

madem kırdın, niye çiğnedin?
kemiklerim çok acıyor.
annem saçlarımı öpüyor,
annem ağlıyor,
annem sevdamı alıp ellerine benden öte seviyor.
sonra denize yakın oturup çay içtik seninle,
sen çayını yudumladın
ben gözlerini yine,
sırtımı rüzgara verdim ben
sen üşüme diye..
tüm haber bültenleri, tüm gazeteler, kitaplardaki tüm satır araları, tüm müşteriler,
tüm esnaf, tüm iş arkadaşları, tüm bahçeli, tüm taksiciler, tüm yerleşik halk,
tüm öğrenciler, tüm okul müdürleri, tüm dilenciler, tüm seyyar satıcılar, tüm babasız kızlar, tüm garsonlar
senden bahsetmiyor olsalardı eğer sevgilim,
belki o zaman sevgilim;
hepsine biraz kendimden bahsederdim.
''şimdi yürekte kuyu, kuyuda et kemik
.. ve yaralı yamalı bir çıkrık sesi..
seni ağladık aynı kahvenin köşesinde.. günlerden pazartesi..''
ah! Mabel...
''kimler geçerken içimden, bir sen vardın.. melekleri imrendiren..



hiç gelme.. gideceksen,
ürkek buz tanesi..''
''Çok iken bir şeydik, bir iken çok şey...
Acı biber turşusu yedik.
Otuz metre karede her şeyle çok seviştik.
Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakaları,
baş ve bakanları, milletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik.
Hiçbir yerdeydik...''


Kazım Koyuncu



şimdi her yerdesin, güzel adam, büyük adam, iyi adam, devrimci adam.
''
sol elimle sol elimi okşuyorum. pencereler açık..
etimin altında bir kurt var sanki.., sanki çilek tarlalarında oradan oraya kaçıyorum..
sanki sol elimden kaçıyorum.. uçurumdan kayıp kayıp düşemiyorum..
sonra her şey tersine dönüyor; bir dağ aslanı oluyorum. herkesi korkutuyorum.
duvarlara fırlıyorum, kilden tanrılarla oynuyorum.
sonra babam alıyor beni; elini etimin altına sokup kurdu boğuyor.
mandalina yemek istediğimi söylüyorum... bir çığlık daha istiyorum.
baba...

yıkılmayacak kadar yalnızım.
aşkın karşısında ölüp ölüp dirilen acılar için söz veriyorum,
sana henüz ölmedim, yaşıyorum numarası yapabilen herkes için söz veriyorum baba..;
boşuna tinerlemedim sokakları, boşuna durup durup kusmadım,
boşu boşuna küfretmedim orospu olan hayata.., boşuna ezberlemedim bu kurum tutmuş tarihi.. sen hiiiç duymuyorsun diye baba, okaliptüslerin altında ne çok çiğ birikti diye..
sil ellerim, sil seni.
''


umay
yokluğunda saçlarım paslanır.
yarim istanbul,
öpmeye geliyorum, gerdanından..
sesin büyüsün kulaklarımda,
sesinin büyüsü kulaklarımda.
kelebek diyorsunuz üzülüyorum,
melek diyorsunuz utanıyorum.
sevgilim;

bahçede dedemin gülleri açmış,
tıpkı gözlerin gibi duruyorlar kapının önünde.
sevgilim;

saat 05.03

gözlerimi gökyüzüne ilikledim,
seninle gözgöze gelmeyi bekliyorum.
sevgilim;

saat 04.47

göğün alabildiğince seni seviyorum.
''
seni öyle özledim ki, utanıyorum...

insan bir pinpon topuna, bir parça jelatine, taş zemini örten kilime,
vaatlere, yalanlara, iç çekişlerine inanabilir.
ve bir insan bütün bunlar için, belki sadece biri için ölebilir....
kabul etmiyorum.. orada oluşunun hiçbir mantıklı sebebi yok.

''



umay
''
gri geriliyor gökyüzüne
utancım geriliyor
boynumdaki kolye camdan kelebeklerini düşürüyor
uzaklardan yüzümüzü sökecek kadar güçlü bir hortum geliyor
o bile düşüremeyecek arsızlığı
öyle boka battık öyle güçlendik ki
bir kez daha yüzsüz kalacağımız kışa hazırız
bu kaçıncı ve son değil ki
ama ne
...
''



umay



''Ama konuşacaksak kapatalım bu bahsi, bir adamı sevmekten geliyorum.''




içten gelen bir şey bu yalnızlık
gri bir şey
parçalı bir şey
çoğalan bir şey
hatırlayan bir şey
hatırlatan bir şey
anlayan bir şey
anlatamayan bir şey
özleyen bir şey
bulamayan bir şey
bekleyen bir şey
olan bir şey
tükenmeyen bir şey
olumlayan bir şey
tamamlayan bir şey
...
''
bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
yeniden yeniden yeniden
yeniden hazırlanıyoruz
sanki bir güzelliği ödüyoruz
belki bir güzelliği ödüyoruz.
''
ölürsem;

sebebisin.

''martı çığlıklarıyla bile olsa
yırtılan ipek bir daha dikilemeyecek..''
ne güzel yakışırdı bir suç ile bir suçlu, yanyana..
''hastayım, yorgunum, seni bekliyorum ve zaman akışta..''
''ölümü düşündüğüm günden kaldı bu hüzün
geç kalmışlığın telaşı..

koca yalanlarım,
hatalarım,
yollarım ve yıllarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..

umutlandıklarım,
umut dağıttıklarım,
akıl verdiklerim,
akıllı sandıklarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..

ölümün yüzünü gördüğüm gün
kimin elini tutup göçmek isterim?
bir sevip bin söz ettiklerim,
bin sevip hiç söz etmediklerim,
söz verdiklerim,
yapamadıklarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..''
''yakanızdaki gül solmuş,
sarılsam üşür müsünüz?''
''birlikte ölecek miyiz?''
çok güzeldin.
sırf bu yüzden inanamazdım beni sevdiğine.
yüzümüzde henüz çekilmiş bir fotoğrafın aydınlığı var,
henüz birbirimize dokunmamış
, henüz birbirimizi terketmemişiz.
''seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını,
sürekli kılınamadığını,
çünkü aşkın yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu,
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü,
oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü olduğunu,

bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?''





birhan keskin

'daha nen olayım isterdin, uğur'suzunum senin...'
...
anlamsız bir kalabalık olacak sevgilim seni beklediğim meydanda,
tedirgin yaklaşırken sen bana
o anlamsız kalabalık durulacak, duracak..
şehir derince iç geçirecek,
köprüler biraz huzursuz kıpırdanacak,
trafik aksayacak bir iki dakikalığına,
yakınlarda bir çocuk gülmek ile ağlamak arasında gidip gelecek..
tüm bunlar öyle yavaş yaşanacak,
birkaç adım mesafeden yanıma uzanırken sen
geçmiş birkaç yıl zamanı tümden ağdalayacak..
sonra denize yakın oturup çay içeceğiz seninle,
sen çayını yudumlayacakasın
ben gözlerini yine,
sırtımı rüzgara vereceğim ben
sen üşüme diye..

geliyorum ben
...
sevgili uğur'suzluk..
pişman olmak için çok geç..
bu gece aynada gördüğüm kadını, çıplak gözle göremezsiniz.
bir gün kendime bu sebepten kızacağım hiç aklıma gelmezdi,
herkes için
her şey için
her gün için
ne çok fedakarlık yaptığım

n'için?



göz göre göre tükeniyor;
sağlığım,
sabrım,
güzelliğim.

''Gözlerini topla, ellerini de... Topla işte kendini alabildiğine.
Yoksa seveceğiz. Yoksa hep seveceğiz, biline.

Gözlerini aç, ama kapama o şarkıyı; izin ver içine biraz dünya karışsın.
Bir rüzgar kırabilir bir şemsiyeyi, gördüm. Sonrası yaşamak...

Sahi, tanışmak mı dediniz? boyayalım.

Ama konuşacaksak kapatalım bu bahsi, bir adamı sevmekten geliyorum.''






Pınar Kocabay
; Bir Kenara Bırakırsak Anlamı
götümüz büyük. dağlar devrik.
Akıncı-Sezenler;

o uzun dönüş yolunda,
askerliğinin ilk gününden beri
seni ziyaretlerin sonrasında, ben hep bu şarkıyı dinlerdim;
'ver, ver ateşe, ver bizi'

subay çocuklarının ve asker yakınlarının arasında o uzun dönüş yolunda;
Akıncı-Sezenler..

mavi kamuflaj her sevgilinin yakıştıracağından biraz daha fazla yakışırdı sana,
askerlik yakışır mıydı sorma;

postalların yara yaptığı topukların,
kafeste bir kuş gibi çırpınmaların..

yakınmaların,
dün gibi durur kulaklarımda.
hep aynı yerinden sızlar yürek,

ürkek ürkek..

'bigün yolda yürüyodum
bi şarkı duydum, kalbim acıdı

bu kadar.. '
''bak ne diyorum kefilim işte en utanmış halime
ne de olsa bir şairin kalbi ancak kendine kırılır.''
mutlu olmak ihtimalini yüreğimizin tersiyle itmişliğimiz var, bilirsin.
senin beni sevebilme ihtimalin zerre umrumda değil,
kendi yarattığın bir tanrıya inanmakla
kendi yarattığın bir şaire inanmak aynı şeydir.

senin de beni sevebilme ihtimalin zerre umrumda değil,
kendi yarattığın bir sevgiliye inanmak
tanrıdan harbi şair olmasını beklemektir.
bizim bu sabahlara inanmayışımız;
gecelerin hep karabasmasından,
gecelerin hep yaralara basmasından.
sevgilim..
okul bitti,,
karneler kırık dolu,,
geçmişimiz temize çekilememiş birer siktirname,,
parmaklarımız kokteyl olma yolunda birer molotof,,
bacaklarımız, birer isyan bayrağı gövdelerimizin üzerlerinde kıvrandığı bayrak direkleri!!

sevgilim..
yatağımız, çarşafımız, yerimiz, göğümüz öfke seli!!
sevgilim..
topuklarımız ensemize değercesine koşma, kovalama, yakalama, hırpalama, hesap sorma vakti!!

en sevdiğim şair, nezih bir acı semtidir şehrimde.
(şairler hastalıktan ölmez
şairler acıdan ölmez
'şairler yaşamaktan ölürler')

ben bize! şairlerden bahsediyorum
sense bana! yaşamaktan, gülmekten..
sevgilim..lütfen..
bisiktir
git
.
günaydın sevgilim.
hava güzel mi güzel
hafifçe kemiklerim sızlıyor
kırık bir öksürüğüm var, sigaradan
gün bir takım olaylarla başlıyor.

akşam olmadan siktir olup gideceksin
üzülmeyeceğim, kahrolmayacağım fakat
şu bana oku diye verdiğin son kitap
canımı fena halde sıkıyor.
sensiz bir ülke düşünemiyorum, ülkesiz bir sen düşleyebildiğim gibi.
sabah sabah fesleğen kokusu
gömleğinin yüzümde bıraktığı mavi bir iz
karabasanlarınla iyi anlaş
ben birkaç gece yokum
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
ve tanrı kıs kıs(sık sık) güler böyle zamanlarda
karabasanlarınla iyi geçin
ben önümüzdeki birkaç gece yokum
yatağının tersinden uyan, sigaranı filtresinden yak
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
tanrının haksız gururu oluverir umutsuz insanlar
şimdi ben bir kabuslardan kabus beğen
sabahı hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben

seslerle konuş seslerle konuş seslerle
sor bakalım seslere bak bakalım orda mıyım
sanırım yenildik ama ezildik de
bütün orospu sokaklarda bütün park ve bahçelerde
insanların girmek istemediği bilumum mevzuda
ben kendimi en çok evlat mı öğrenci mi
yurttaş mı asker mi eş mi banker mi olarak
görmek isterdim bilmiyorum ama,
elimdeki elime küçük geliyor annecim sana söylüyorum
babacım sen anla.

yok koşmadık mı her yüz metresini acının
geri ödemedik mi depozitosunu son kiracının

yazın geldiği konuşuluyordur kasabada
sanki herkesin çıkacak bir yaylası var gibi
leş gibi ekşi ter kokusu ve kolumda kesikler
fucking life goes on ob la di ob la da
yemyeşil ekşi irin şiir suretinde cerahat
işin kötüsü kızarıyor ufaktan güzelim erikler
bana görünen yine mananın dibi en dibi
ve görünen o ki hiçbir şey vaat etmiyor hayat
bütün şehirler tıpkıbasımı bir diğerinin
sevgi çıkarmıyor lekeleri ne yazık ki annecim
sana söylüyorum babama sen anlat.

şimdi ben bir ölümlerden ölüm beğen
sözcükleri hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben.




zozan gemilerördü

Kirpi Şiir, Sayı:6

bir dize bana yardım etsin,
ellerimi bırakıp hadi git desin,
sırtıma uzanıp uzaklara itsin,
bir dize bana yardım etsin.
kendimi sana fazla sevdirmeyeceğim,
ben solmuş bir kadınımdır fazla gül'mekten
yüzüm bir perişanlık izidir yaşamaktan.

bilirsin kendimi sana fazla sevdirmeyeceğim,
aynı yola baş koymuş arkadaşlar durdukça
ve aynı yola sırt çevirmiş kaldırımlar uzadıkça
en çok kendimi yürüyeceğimdir.

seni kendime fazla sevdirmeyeceğim,
illegal bir kıraathanenin köşesinde
ziyadesiyle huzurludur yüzün
birbirini savaşır gibi sevilmektense.

bilirler,
aramızdan aynı yol geçer,
biz ise sırt sırta verememiş
ama aynı yola sırt çevirmiş benzerleriyizdir birbirimizin.

bizi bilirsin,
çerçevesiz gözlükleriyle
üzerimize diktikleri havalandırmasız hayatın altında
aynı yüreklilikle eziliriz.
gün boyu aynı halkın
bilmem kaçıncı boyun eğmişliği yürüyüp giderken üstümüzden,
bilmem kaç kez iç geçirip, kaç kez yüz çevireceğizdir.

birbirimizi fazla sevmeyeceğiz,
ama ne de olsa
aynı eğretilikle uzanacaktır
hayatın içinde gövdelerimiz.
evet o bendim. görmediğin duymadığın söylemediğin. sevgiler.
ülkem hakkında ne bilebilirsin ki?
iklimlerim hakkında ne bilebilirsin?
kırılıp kırılıp içime dökülen ırmaklarım hakkında ne bilebilirsin?
güzergahsız karayollarım hakkında ne bilebilirsin?

sevgilim hakkında ne bilebilirsin?
sevgilim ki;
dört mevsimin bir arada yaşandığı bir memleket kadar naif ve çokçeşitlidir,
sevgilimdir.
yüreğini öne eğdirmeyecek sevdalara yazdır adını.
soyadını yazdırma, sülalenin bununla hiçbir ilgisi olmayacak.
şınav değil sabah akşam acı çekiyorlar. çekmecemde bir ordu yetiştiriyorum.
her şey çok güzel olmayacak belki ama bir şeyler hep güzel olacak.
alışamadım.
gündoğumu sancıdır geceye.
insan aşıkken eğilir.
kendi elimle kıyarım,
zamana bırakmam bizi.
huzur; aranmakla bulunacak bir nimet değil,
nail olunacak bir mertebedir.
bugünlerde ben
sana verdiğim
tüm sözleri
tek tek
tutmuyorum,
sevgilim.

'penceremde deniz vardı' sevgilim,
bildiğin gibi değil.
keşke orada olmasaydım ben,
sen oracıkta uyurken buna şahit olmasaydım,
uyandığın ilk andaki kirpiklerinin çıtırtısını duymasaydım,
ellerimden önce sigara paketine uzanan ellerini tanımasaydım,
hemen sonra boynuma sokulan yüzünü defalarca okumasaydım,
hayli ayıp olmaz mıydı?

kşa.
şehrin en güzel öten kuşu benim mahallemdedir
ben, hiç yaşanmasa da olur saatlerden evime dönerken
şehrin en güzel öten kuşu bana
hiç yaşanmasa da olur ama yine de her şeye rağmen
insanlığımdan haber verir.
şimdi ankaraya yağmur yağmış sananlar; bütün gece ben ağladım.
bir kez olsun gel,
yüreğimi kendi elimle sökmeden,
bir kerecik olsun gel.
yapma yusuf! zamandan medet umma!
kim ödedi lan hesabı!? öyle kolay ısmarlanmaz hayat! p!
ben küçükken hiç öfkeden yaralanmamıştım.
ben bunca zaman,
öfkeden,
ben hiç,
kendimi kanırtmamıştım ben hiç öfkeden,
hiç kanmamıştım,
ben hiç kanmamıştım,
hiç kanmamıştım ulan!
acele gidin,
hayatımda sürünmeyin ulan
siktirin gidin!
ben hiç öfkeden katil olmamıştım,
beş para etmez çehresiz cüsselerinizi alın gidin,
beni ulan bi daha katil etmeyin,
beni söyletmeyin,
ulan cesetliğinizi bilin,
ayak altında sürünmeyin,
siktir olun gidin,
belanızı pisliğinizi üç kuruşluk sevginizi alın gidin,
ben böyle varlığın oluşunu sikerim.

çeksin ulan biri pimi.
dağılayım. dağıtayım yüzünüzü beraberimde.
seninle ben, ikimiz, hep aynı kaleye gol atıyoruz be yalnızlık.
götür beni,
bir zamanlar olduğun herhangi bir yere.
'oldu hayli zamanlar,
görmedim,
görmedim sevdiğimi..'
biz usanacağımız sevgilere sevda adı vermedik.
neden şairler hep bir acı nezaretinde!
neden şairler hep bir acı nezaretinde sevişir.
artık kalbim, artık.
şehrine yakışmayan adamı yüreğine
yüreğine yakışmayan adamı yatağına
yakıştırmayacaksın arkadaş!
biri bizi özetliyor.
kendimi bir ipin ucunda sallandırdığım zamanlarda
her gece daha iyi bir insandım.
siz masumiyetin kapılarını tek kalemde zorlarken
ne yazık, sizi sevmişliğimden utandım.

'savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta oldu; incelikli haytasın.
nüksederken raksına mahallenin maşallahı eyvallahı,
güzelleş be oğluuum!
şimdilik ölümüne kadar hayattasın!'




Kerimim.

unutuyorsunuz kardeşim,
gökyüzü gece bakmayı sevenler için mavi değildir.
günleri birbirine benzetir gibi yaşarız ikincil vakitlerde.
aramızda tutunamayanlar var.
şiirineşkıya!

4ŞubatCuma/19.00/KurguKültür/Akyıl/Akbaş/
şiirineşkıya!

4ŞubatCuma/19.00/KurguKültür/Akyıl/Akbaş/
körüklenmeyi bekleyen ateştir, devrim!
gittiğin kadar vazgeçilmezsin,
kaldığın kadar güzel.

gitme, Lavinya.
içimde garlar hıncahınç dolu,
kentler yalnız.
içimde gitmeye öylesine meyilli bir kalabalık.
kuşlar ne kadar da azimli,
tüm o çığlıklar, çırpınışlar..
şimdi en fenası,
yağmur yağarken sesinin gerisinde,
üstelik gecenin bu vaktinde,
seni artık sevmiyor olduğumu bilmek
üstelik gecenin bu vaktinde,
üstelik sesin yağarken yağmurun gerisinde.

her şeyi siktir et diyorum kendi kendime,
fırlat at bir kenara her şeyi
ve sadece seni alamam yanıma
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde.

nasıl da itiraf edemiyorum sana seni sevmediğimi,
seni fırlatıp bir kenara nasıl da siktir olup gideceğimi,
seni artık nasıl da sevmediğimi nasıl itiraf edemiyorum sana
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde şimdi!

hani 'kuşlar bakımından uçarı',
hani 'çocuk tutumuyla beklenmedik',
hani tüm o şiirler nasıl da sen değilsin şimdi!

(sesin var ya senin,
hani yağmurun gerisinden gelir gibi,
hani yağmurun ta kendisi gibi sesin!)

kırmızı kurşun bir kalemle suratıma çizdiğim
ve içlerini iltihapla doldurduğum kitabeler senin için tüm yazabildiklerim şimdi.

senin için tüm çizebildiğim
üç harflik bir kelimenin hiçbir harfini doğru bilemeden
topu topu üç harfle ve ütüsü bozulmuş bir kalple asılan bir adam şimdi.

sesini al, yağmuru ver
git şimdi.

'nerede kalmıştık
oradan ağlayalım halimize'
şimdi sen sözlerinle bir taş atıyorsun içimdeki kuyuya,
düşmek bilmiyor.
gözlerinle bir ışık yakıyorsun içimdeki karanlığa,
aydınlanmıyor.



her şey hep eskiden güzeldi.
düşünmek, düşündürmek, düşürmek için, vakit henüz var.
ama vakit dar.
ama vakit var.
ben gördüm, ben duydum, ben kahroldum, ben akıl yetiremedim.
bağışlama insanlık bizi.
bizi bağışlama.
bir zaman oldu zamanlardan bir zaman,
ben durdum ve duruldum ve dedim; hiç olmadı bu yaptığın, zaman!
ah ulan!
seni ben öyle bir sevecektim ki;
ölüyken diriltecek,
diriyken yeşertecektim!

ah ulan!
öyle bir sevecektim ki ben seni;
göğsümden emzirecek,
sözlerimle büyütecektim!


ah ulan!
ben seni öyle bir sevecektim ki;
tenimle söyleştirecek,
ellerimle yineleyecektim!


ah ulan,
seni baştan sona öyle bir sevecektim ki!

ah ulan,
sen bu sevmeleri sevmek mi sandın şimdi!?

kanıma dokunuyor be kardeşim;
beni anlayacakları yerde sevdiler,
sevecekleri yerde anlamadılar beni.
siz benim bir derdim var mı sandınız,
sorsanız anlatacağım mı sandınız?
ulan belki anlatacağım bir sorsanız,
ah bir sorsanız,
bir uzansanız..
'ben böyle mi olacaktım?'
sevgili duvarlar,
ne kadar da yalnızız beraber.
'o gece ben olmayacağım.
utancımdan bakamadığım aynalarda
güldüğünüzü görecek
anlayacaksınız.
her gece birinin olmadığı gecedir.
gecelerinizi karıştıracak gitgide
olmayanlarınızın çoğalması.
benim olmadığımı duyduğunuz bir gece
korkacaksınız.
şimdiden düşünüyorum son kalanımızı
son gidenimizin bu gecesinde.
ama bir gece olacak, ortalarda bir gece
içinde siz de olmayacaksınız
ayrıca.'
''yaklaş bana, kimse hiçbir yere dokunmasın
bana sessizlik et, düğümle saçlarımı..
kimse artık hiçbir şey söylemesin,
kimse hiçbir şey söylemesin,
bana yalnızlık et, sen buzul..''
delirerek yok oluyorum, Tanrım!
bir şairin bir çaresizi sevmesi gibidir sevdamız;
kimi zaman sen şair, ben çaresiz,
kimi zaman ben şair, sen çaresin!
bir tokat gibi inse yine yüreğimin orta yerine sevdan!
sizi tenhalar sanmıştım ben,
oysa ortalık bir yermiş gövdeniz.

ıssızlık sanmıştım sizi ben,
oysa gürültünün ta kendisiymiş bedeniniz.


şimdi caddenin köşesinden atlasam bir cebeci dolmuşuna,
siyasalın önünde inip bir taksi çevirsem,
düz git abi deyip tırmansam mamak caddesine,
duraktan sola sap desem,
sonra altılı sokağı geç desem,
sonra yokuşa varınca ilerdeki sarı binanın önüne çek desem,
ya da desem ki sevgilimin koynunda müsait bir yerde indir beni abi desem,
neyse parası veririz abi desem,
aç abi gece tarifesi yazsın yine de sür desem,
bas abi ışığa yakalanma desem,
sevgilim şuracıkta abi yanlış sokağa sapma desem,
neyse parası versem,
abi beni müsait bir yerde sevgilimin koynunda indirsen?

yaşlıydınız elbet çünki yaşamıştınız,
yaşlıydınız fakat gözleriniz nasıl da yorgun bir gençlikle bakardı.
özleyeceğim sizi,
dinmez bir açlıkla seveceğim,
hasretle yadedeceğim doyamadığım güzelliklerinizi.
bu son kaybedişim olsun sizi,
hoşçakalın.
ehliyete tabi midir sevda?
benim özrüm var, görmezden gelir mi tabipler?
yüreğim son sürat atsa, yakalar mı mobeseler?
dört ayrı tabelanın sevgilimi gösterdiği kavşağa sürsem çevirir mi ekipler?

Mecaz-ı Orhan Veli


hani saçlarım üzerine dökülecekti ya, öyle bir kandırmaca işte.
sakarlık ediyor gönlüm.
siktirolup gitmek istiyorsam sebebi şehrim olamaz bilin!
sebebi cebeci olamaz,
sebebi kumrular olamaz bilin!

hikayeler bittiğinde karakterler dağılıp evlerine gitmez.
yazılmadığı yerden devam eder;
genç aşıklar ayrılır, mutluluklar biter,
genç kızla delikanlı hiç sevişemez, çocuklar büyüyüp faşist olur,
meclis erken seçim ilan eder, iktidarlar çökmez.
genç kızla delikanlı hiç aşık olmadığında, çocuklar hiç büyümediğinde,
halklar henüz göçebe olduğunda, hikayeleri hiç yazmamak gerek.
üzülüyorum bakın.
bir oyunu bir kez de yenilebilmek için oynayın!
çünkü götümüz,
hakikaten en baba dağları devirecek kadar büyük!
yüzüne saklıyorum
söz olup söylenemeyecek ne varsa.
kurusıkı sevişmek,
zarar ziyan.

sevişiyorsan ağzına kadar doldurup hakiki bir namluyu
dayayacaksın göğsünün orta yerine.
aşığım ulan!
ruhumu buruşturup atan,
ayaklarımın altına almaya kıyamadığım şu şehre aşığım!
kafam karışık ulan!
bu şehirde rüzgar hangi yönden esiyor!?
burası ankara ulan!
burdan çıkış yok.
'ama sen şeker kokarsın anne
sırtıma değersin anne
kelebekler ölürken anne
pencereler kırılır anne
kahveli göğsüne düşerim anne'
ne yetişeceğin ne yakalayacağın bir ben kaldı geriye
çakmağınız ilk seferde hiç yanmadığında
ve bir vücudu hiç sığınmak için değil hep savunmak için sevdiğinizde
ve şiirler hep tekerinize çomak soktuğunda
ve sevgiliniz sizi hep terkettiğinde
ve zaman hep aleyhinize aktığında
ve gerçeğiniz hep hayalinize ters düştüğünde,
beni hep iyi hatırlayın.
günün yazısı,

Kerim Akbaş ; Artıklar Coğrafyası



''sevgilim beni unutmuşsa bu benim hatamdır kabullendim sevgili kaldırım,
gökyüzüyle acının ne kadar alakası varsa yorulan da olur yorulmayan da...
sevgili olmak da güzeldi demişti dün içtiğimiz yerde çocuğun biri, sevgili olmak da güzel. sev...gilimin sevgilisi şehrime şehrim derse, sistem de bana mı şehrim diyecek,
yüzüm kocaman bir inkar.
hiçbir şeyi hak etmeyen bir mahlukat gibi duruyor orda ünlü insan heykelleri, çok acı.
insanlar önünde fotoğraf çektirip duruyor.
insanlar hala siyasetten ve ülkelerin düzelebileceğinden bahsediyor.
umut satılmıyor sokaklarda.
İYİ MİSİN DİYENLER, NASILSIN DEMEDEN;
şiirmiş romanmış hikayeymiş şarkıymış sevdaymış falan filan bunlar böyle işte.
bir insanın iş yerindeki son günü gibi bir duygu,
emekliliğe ayrılan bir insanın, masasına son bir kere bakması ne derece rasyonelse beni yargılayan kaldırımlara tek tek balyoz insin derse insan bu bir aralık ah'ıdır.
insan beyinleri durmadan sikiliyor. insanlar durmadan birilerini arzu ediyor.
mastürbasyon üzerine kurulu hayallerde arka fondaki şarkılar teker teker cinayet sebebi.
yıldırım demirören, bi siktir git amına koyayım ya! orda bir kerim akbaş var''


öylesine çelimsiz gece,
bir ıslığımla devrildin.
mevzu ağır, abiler.
mevzu çok ağır.
hiç rahatsız olmayın bayım,
gözlerinize bakıp çıkacağım.
siz masumane biranızı yudumlarken bayım,
ben bütün bir sarhoşlukta dolanırım.
boğuluyorum,
basit bir yazgının ışıl ışıl parlayan sonsuzluğu karşısında boğuluyorum.



siz gelirken ben gidiyordum,
ah hayat hep tam tersi.
nasılsın? diye sorma bana sevgili!
yine ellerim üşüyor,
yine dudaklarım çatlıyor
ve yine kemiklerim ağrıyor.

eksiğim nedir diye sor bana sevgili,
gediğim nedir diye sor,
sebebini sor sevgili,
endişenin, hüznün, delirmişliğin sebebini.

bana cevabı 'sen' olan sorular sor sevgili.
yalnızlığıdır bir kadının güzelliğini gösteren,
yalnızlığıdır en güzel süsü.
elime bir sigara dudaklarıma bir şiir tutuşturun
ve siktir olup gidin.
''bu gece alkolle sabahla;
ona de ki: ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.

bu gece hüzünle sabahla,
ona de ki: ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum.

bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla;
ona de ki: kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım.

bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla;
ona de ki: farkındayım, ölsem, cesedimi teşhis edebilecek tek insan odur
...''






küçük iskender
758 gün devirmiş ayrılık
ve yüzün yüzüme son değeli 217 gün geçmiş.


rezil bir ömrün kepazesiyim şimdi,
sevgili.
''yüzüne kapanıp ağlamak vardı,
oysa ben seni bulmaya geldim
...''
ve ben, sen yanımdayken
şarkıların güzelliğine tahammül edemem,
sessizlik doldursun isterim gözlerimi.

ve sen yanımdayken, ben
pencerenden ışığın vurmasına tahammül edemem,
ellerin aydınlatsın isterim gecemi.

ve seninle yanyanayken, ben
kendime tahammül edemem,
yırtıp at isterim güzelliğimi.




ben bu şehre yalnızlığımı emanet ettim,
bir meydan, bir park, bir cadde
bakarız başımızın çaresine.

Sevgili Yasemin Şahin tarafından mimlendim,

Öncesinde kitaplığımdan bir kitap seçmem
ve ardından kitabın 55. sayfasına gidip bir paragraf seçmem gerekiyor.


Benim kitabım 'Sonrası Kalır',
pek tabii Edip Cansever,

kitabın 55. sayfasında ise şu şiir yer alıyor;


''bakın bakın bakın
döşeklere yaz kokuları sinmiş duydunuz mu
bilir bilmez ötüşleri var toprağın içinizde
kim demiş tabiatta düzen var diye
aç bir kedi duvara sürtünüyor onu da görün
atın kendinizi çalgıların çağanların içine
uygarlığı insan işlerini bilginler düşünsün

ardarda betikler yazsınlar size ne
böyle yaşıyacaksınız işte söz yok
ölümsüz bir çiçek sofranızda
yaz güneşi pembeden kırmızıya kırmızıdan pembeye
kapılar pencereler tabiatla oynaşacak

bu düzen size insanlığınızı unutturacak''


böyle fırtınalı, böyle yağmurlu bir gecede,
mevsim içinde mevsim yaşatıyor yine Cansever şiiri.
insan hallerinin böyle betimlendiğini bir başka şiirde bunca duyumsamadım ben,
Cansever şiirinde olduğu gibi.

''bu düzen size insanlığınızı unutturacak''
diye yineliyorum ve mimi çok sevgili üç bloga paslıyorum;


şu vurdumduymaza bakın dedim, herkes bana baktı.

''üvercinka''

Niyobe


mime dair ayrıntılar ve kurallar burada,



sevgiler.


sus pus işlenmiş bir cinayet kadar ıssızım yokluğunda ve sen gidişinin bilmem kaçıncı yıldönümünde attığın naraların yasını tutarken gövdem sesinin yankısını arzuluyor kapalı kapılar ardında ve yatağının sessizliğini özlüyorum dün gibi ve soğukluğunu arıyorum teninin yetim bırakılmış bir kış gecesinde çünki sen gideli mevsimler sık değişti ve sen gelmeyeli hiçbir mevsim hüznüme denk düşmedi kim bilir günün birinde ben o şehri küfürler eşliğinde yakarsam ve talan edersem eğreti denizleri ve bir allahın kulu da çıkıp diyemezse bana dur yazıktır bunca ızdıraba ve bir saniye düşünmeden atıverirsem kendimi dehşetin ortasına ve tek ümidimse seni yaralı kurtarmak bu yangından yine de bilsem yüzüne bakmayacağını bu şehrin göz göre göre
...
şimdi diyeceğim odur ki;
bizim sevdamızda teklif yok,
ısrar var.
aynı yatakta ölelim,
bizden başka kimse gözyaşı dökmez bir kelebeğin ölümüne.
günün yazısı,

Wereyda ; ''uzanır ağladığım yanıma'' (Ev)



''hepitopu gitmekti.
kişisel tarihlere palazlanarak eklemlenen kriminal inzivalarla;
'uzaklık bakımından uzak' olmak.
benden ne vakit benden bir şeyler gitse
(vücut çalımlarımla şık ayak hareketlerim gittiler) kalben acı duyuyorum.
yumruk büyüklüğünde bir bungunluk. sonra geçiyor.
unutuyorum, görmüyorum, bilmiyorum, saymıyorum.
kendinizi keman sanmanızı sağlayan insanı da unutabiliyorsunuz,
aslında bigane bir odun olduğunuzu hatırlatan insanı da.
ne yüzü kalıyor, ne sesi, ne kokusu.
iz yok. yalnız sen ve o: şimdi 'biz' yok.

boş koy. yayvan ağızlardan dökülen her cümleyi hayra yor.
bana general gibi gülümse, kağıt önünde, imzayı at, mührü bas, sırıtmadan yolla;
kuralına uyduğum oyunları kaybetmesini iyi bilirim ben.
kendine de bir içki koy, eskidendi, güzel içerdin sen.
'başka türlü bir şey,
benim istediğim.'
sigarayı bırakır gibi bıraktım otogarda ellerini,
şaşkınlık vardı gözlerinde insanların ve hayret.
bilirsin işte,
eski bir şiiri her defasında ilk kez okur gibi.

sigarayı bırakır gibi bıraktım otogarda ellerini,
son nefesine kadar içilmiş birer izmarit kadar solgundular.


ben bu şehri beş kuruşsuz,
ben bu şehri meteliksiz sevdim!


''avucumda yatırcam seni,
minik perim benim..''


rengarenk bir arkadaşım var benim,
'hayal kur' der bana,
'hayal kur, renklerini ben vereceğim'..

geçmiş günün yazısı,

TAKO ; Aç Kırmızısının Aşk Köpeklerinde Deprem Kanı



''böyle işte! bu olmalı. bundan ötesi yooook.
yılanlar bile buna boyun eğer.
eski bir rüyayı hiçbir şeye değiştiremem. geçen zamana bile.
boşalıyor hayat üzerimize.
çok zoruma gidiyor bazen ama olmuyor işte devam ediyorsun.
akıyor pisliğin kahpe bir banyonun kırmızı anında,
karşında bir insan var sende olan şey onda yok.
bu mudur açlık? hayır aşklık? hayır hayır deprem!

sikerim böyle işi be kahve, herkes yalancı, yalandı, yalanmışlar.
küfür çok mu kötü birşey?
'küfür, ruhun cilasıdır' öyle diyor üstad.
bazen tek bir kişi için bütün insanları karşına alırsın. böyle birşey..
köpek, köpek, köpek sanmıyorum hayat böyle olsun.
hepsi orospu hepsi çürümüş hepsi ağlamış hepsi köpekleşmiş hepsi 'hepsileşmiş'.
yarına sonsuzlukla kıyaslamak sonra gidip asla geri gelmemek
sen nerden anlarsın ki sesin ses karşı aşk şiddetini.
yapma lütfen.. gitme..
gidince orospular hamile kalır, pezevenkler delikanlı.''
şimdi şehrine dön
ve mutfağında ayrılık senfonileri yarat kendine,
tabaklara doldur ve komşulara dağıt acı kaybını,
sokaklara çık ve saygıyla an sevgilini,
birahanelere git ve 'öldü o artık, beni sevmiyor!' de.
doğumgünün için..


iki kürek kemiğimin arasındaki boşluğu hediye ediyorum sana,
ne zaman uyumak istersen,
dilediğin gibi koşturabileceğin rüya tarlaları ve de.
sonra, hiçbiryerde hiç yazılmamış öyküler...
hiç unutmayacağın bir anı
ve de hiç yitirmeyeceğin küçük bir ben...
'düşle gerçeğin çarpışmadığı' hiçbiryerde doğumgünün kutlu olsun,
sakin köşem, uyku tulumum, arkadaşım, önceliğim ve daha bir çok şey...




geçen sene bugün yazılıp, sen okumadan kaldırdığım kayıt,
ben de bir sene sonrasını bekledim,
sabrın simgesiyim
sense sabırsızlığın ve düşün ve gerçekliğin,
biriciğim ve en çok sevdiğimsin.

öğretmeye çalıştığınız ne varsa yanlış öğreniyorum,
yanlış yaşıyorum ben,
yanlış yürüyorum,
yanlış gülüyorum,
yanlış seviyorum.

sabırla ve inatla sizi reddediyorum.

üzerine eğiliyor
alelade göğsünde nefesimi tutuyorum,
ne menem bir güç gösterisi!
ellerim kasıklarıma çekiliyor,
soluğun telaşlı,
gövdem gözlerinde bileniyor.

'kırmızı oda düşle!'
o esmer tenini hayal ediyorum,
ve dudaklarının bembeyaz gövdeme dökülüşünü..
sizi seveceğim bayım,
en az bir defa.
ve dudakların sırtımdaki alevi tazeliyor,
o incelikli gecelerde.

çünki koşulsuz gülümser senin gözlerin,
ve ben yırtarım geceyi omzunda.
biz hep uçlarda sevdik birbirimizi,
bir uçurumun hep iki ayrı ucunda.
geçmiş günün yazısı,

Bay Perşembe ; funny time of year (Erekte Şiir)
aramıza şehirler konuşlandıracağım,
şehirlerin kapılarını askerlerle donatacağım,
askerlerin ellerine tüfekler tutuşturacağım,
tüfeklerin içini mermilerle dolduracağım,
bana bir şehir yaklaşacak olsan,
vur! emri yağdıracağım.
'hiç kimse duymaz,
hiç kimse sormaz,
şimdi sen de yoksun yanımda.'
gözlerime yağmur yağıyor,
ben yeryüzüne sağanak.

günün yazısı,

prefrontal-lobotomia ; imgenin firarı (Prefrontal-Lobotomi)
sen,
tüm o eylem planlarını,
burada işte,
tenimde kurguladın.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde dünyalar olacak, haneler, yuvalar olacak,
terkedilmiş sokaklar olacak, hiç uğranmayan barlar olacak.

yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde çatlamış asfaltlar olacak, mesafeler olacak,
boyaları kavlamış tabelalar olacak, devrilmiş elektrik direkleri olacak.

yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde gökyüzü olacak, yıldızlar olacak, ay olacak.

yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde gözlerin olacak, şiddetin olacak.

yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde sözlerin olacak, şefkatin olacak.

yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde güzel mi güzel kadınlar olacak.
...
ekim'lerden ekim beğen
aynı köşesinde yüzlerce genç kızın delirdiği bir sokakta yürüyorum
onca delikanlının avlusundaki ateşte tüylerini tütsüledikleri evi görüyorum
epey yaşlanmış kırmızı saçlı kadının bir odasında kızlığını kaybettiği oteli geçiyorum
birkaç orospunun yaslanarak iş bitirdikleri büyük demir kapıyı gerimde bırakıyorum
henüz misketleri ceplerinden dökülmemiş veletler ardımdan küfrediyorlar dönüp bakmıyorum
sevdasıyla birlikte aklını da yitirmiş yirmi üç yaşındaki kızın
her sabah kirli ve ıslak iç çamaşırlarını astığı iri gövdeli ağacı da geçiyorum
oyuncaklarının üzerindeki boyaların dökülen yerleri pas tutmuş parka giriyorum
tek zinciri kopmuş salıncakta sallanıyorum ve merdivenleri olmayan kaydıraktan düşüyorum
işte o sinemanın kırık sandalyeleri kırmızı plastiktendi.
belki de değil, bilemiyorum.
renkler gerçekten bu kadar önemli miydi?
üzerinde son kez seviştiğimiz çarşafın rengi buruk mavi olmasaydı eğer,
bunca kazınır mıydı dimağıma o sahneler?
ah, sen!
en berbat şairlerin üstelediği bir unutuş hikayesiydin.
işte, en tedirgin edici tarafı da bu ki;
hatırlamak seni, zulmün gölge oyunları demekti.
iki elinin baş parmaklarını birbirine kenetlemiş ve geriye kalan sekiz parmağı havada çırpınırken,
biz haber güvercini sanardık o gölgeleri,
ruhumuz bile duymazdı bir ayrılığın çığlığına bulanmış seslerini.
kısacası;
artık senin gözlerini hatırlatmıyor bana gölgelerin rengi, ne mavisi ne yeşili.
benim odam ışık almaz,
ama yan bahçedeki ağacın yaprakları üzerine dökülen güneşin aşığıyımdır.


birçok günün yazısı,

Sinek efendim! ; kreuzen99 (yüzdüşün. yüz düş'ün mü var?...)
rahmimin en ücra köşesinden çıkardım
ve sokak aralarında bıraktım seni.
aç bir kedi adını sayıkladı,
sahipsiz bir köpek yüzüne yaklaştı
ve kuyruksuz bir fare ayak parmaklarına sarıldı.
alın dedim,
onu siz sevin
sokak araları ve sahipleri.
boş bir sokağın tek kişilik kalabalığı olarak
ve kendi nüfusumu yalayarak uzaklaştım hatırandan,
dile ziyan küfürler döküldü ağzımdan
ve kırılmadan yuvarlandılar kaldırımlardan.
sokağın sonundaki merdiven boşluğundan aşşağı ittim sonra kendimi,
sol bileğimi incittim kendime sarılacakken
ve sağ dirseğimi ruhuma çarptım düşerken.



geçmiş günün yazısı,

Parpali ; Fotoğraf (Başka Türlü Bir Şey)

UYARI!



Bu blogda yayınlanmış kayıtlarda bahsi geçen kişi ve karakterlerin
tamamı hayal ürünü olup,
gerçek hayatta karşılıkları bulunmamaktadır.


günün yazısı,

hich ; nude and blued
boğazımdan ağlıyorum ben,
şöyle oluyor;
önce boğazımda bir nokta sivri topuklarla çiğnenen bir meme ucu gibi acımaya başlıyor
ve ardından yüzüm ıslanıyor.

ve şu son birkaç aydır,
artık sarılmak maksadıyla mı yoksa boğmak niyetiyle mi bilemiyorum ama;
boğazıma dolanan şu bir çift el diyorum,
bir çift kol ya da,
sahibine yahut sahibesine
en içten küfürlerimi gönderiyorum,
karakterini kişiliğini hedef alıyorum hem de, nokta atışı yapmayı planlıyorum.
günün yazısı,

emre varışlı ; osman abim evde mii - meşru ibnelik
'başka türlü bir şey, benim istediğim..'
'sonu gelmez öpüşler..'
düşününce genzimi yakan bir hatıradan farkın kalmadı,

düşündükçe renkleri koyulaşan bir hatıradan tek farkın;
bir daha gerçek olamayacak kadar yitirilmiş olman.
...

şehrim çıkarken unutulan bir anahtardır. dönmek hiçbir işe yaramaz.

şehrim kal diyor. gitme. seni benim kadar kimse unutamaz gurbette.
belki dönerim diyemiyorum. çünki belki dönmek sabahları anlamaktır.

...

çünkü ben sarhoş olmayı anladığım zaman şehrim beni ağlatmıştır

sevgilim onmaz yaralar inandırmıştır ellerime titrer dururlar boyuna
...





Kerim Akbaş (Artıklar Coğrafyası)
bana masal anlatsana baba?
artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun diye karnını bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını, yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse
...





küçük iskender


mordevrim-artık kalbim yok

''mutluluktan daha keskin acılar olabilir Elizabeth,
tıpkı dilini yakan nane şekeri gibi.
kadın olmanın coşkusu acı verebilir sana.''




dedi kadın, coşkuyla..
böyle de güzel akşam bi daha nah! bulunur,
nanik!
ulan,
hayatımda senin kadar gösterip de vermeyen bi orospu daha görmedim, hayat!
ama göreceğim ben seni,
çözeceğim belindeki kırmızı kurdeleni!
pembe, yeşil güzelim açelya,
yakışır o başka yarınlara,
çiçeklenir coşar Işılsu'yla,
kırılgandır koyu karanlıkta,
açelyalar hep hatırlatır beni, sana.
kalın bir kitabın yavaş yavaş yırtılmaya başlayan köşesinden aşağıya doğru inen,
üstüste yığılı kitapların ağırlığıyla şekillenmiş,
incelikli bir köşegen gibi,
ne yazık ahşap olmayan masanın üzerinde uzanan zarif bir toz bulutu
ve ağır kavisli sigara dumanı...

kalın kitabın ismi sızlıyor; ''sonrası kalır''..
1,2,3,4,5,6,7'de bırakıyorum kitapları saymayı
ve belki de diyorum tek tek tüm sayfaları saymalı
ve belki de tek tek tüm cümleleri
ve belki tüm kelimeleri
ve belki de tüm heceleri
ve belki tüm harfleri,
sabırla,
şefkatle,
öfkeyle,
ama ''sonrası kalır''
ve ''gözlerim sığmıyor yüzüme''.


bütün bir gece kendi kendime tekrar ettiğim gibi
ve hiç de konumuzla alakası olmayarak,
'lale devri bitti' diyorum kendi kendime,
lale devri bitti!
gözlerinin içine baktım;
kim bilir ne fırtınalar kopuyor içinde,
kim bilir ne fırtınalar dinmiyor?
ve sonra sessizce uzaklaştım aynanın önünden,
karanlık sokağı ayaklarımın altına aldım.
rüzgarın savuramayacağı kadar ağırdı saçlarım
ve üşütemeyeceği kadar soğuktu tenim.
sen; benim haklılık payımsın,
sevgilim.
ah, siz!
siz,
bencilsiniz.
siz,
körpe duyguların tacirisiniz.
siz,
kimsesizsiniz!
tüm bu şarkılar neden bunca sana benziyor, sevgilim?
''sevemedim ben bugünü, sevemedim başından
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan, her yanımdan.

gelemedim ben oyuna,
gelemedim yaşımdan
kovaladım sevdiğimi
yanıbaşımdan, her yanımdan.

yaşamadım ben bugünü,
yaşamadım inadımdan,
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan, her yanımdan.

ellerin uzanmasın
uzak dursun dedim, sakın dokunmasın,
hayal ettiklerim bana yakışmasın,
inancım yok benim.''



okuduğum bir film gibisin
sanki yazdığım bir heykel..
tabiatın açtığı yara gibisin
sanki avcumda kurumayan mürekkep!

aynı arabayı çeken iki at..
birbirinden yorgun, birbirinden bıkkın..
yıkılmış bir krallık, aşkımız..
saray yanıyor, hazine talanda..
saadetin arta kalanında
asla çift gelemeyen zarlarız biz..
telaşımız, berbat.

hangimiz
hangimizin sesinin yankısı..
hangimiz
hangimizin aynası..
hangimizden hangimize
köpürüp duruyor ki dalgalar..

tek kanıtı yok ayrılığımızın..
tek tabutu yok sevdamızın..
bugün tut elimi desem
ne seninki el artık
ne de benim elim... ansızın!

çaresiz hatırlayacağız birbirimizi
senin yüzünde karanlık bir yalnızlık süsü
benim yüzümde ise
geceyarısı aniden başlayan bir ölüm izi..

eski krallığa doğru seslenen silahlı adamların
çatık kaşları arasında doksan derece intikam denizi!




küçük iskender
yine gülümseyebilirim
ya da belki daha çok yalan söylerim,
belki bir avuç fazla ilaç
ya da esaslı bir kesiğe eşlik edebilirim soğuk tenimde,
yine ağlamaz ve sadece acıyabilirim
ya da belki daha çok ağlar ve daha çok acırım bir gece,
inkar edemeyeceğim tüm suçları işlerim
ve cezalanırım tek yürek üstünde.
bir şarkıya eşlik edecek bir acı çığlık bırakırım geride
ve belki sahiden giderim yine,
belki sahiden sesimi yitiririm ve çağıramaz olur dilim,
okumayı söker ama adını telaffuz edemez dilim,
ve belki de ben sadece giderim yine.



adını haykırdım sokaklara,
sadece bir rüyaydı.
kalabalıklara küfrettim,
sadece bir rüyaydı.
sokaklara yalvardım,
sadece bir rüyaydı.
diz çöktüm karanlıklara,
sadece bir rüyaydı.

gökyüzüne ağladım,
sadece bir rüyaydı.
yüreğimi yokladım,
sadece bir rüyaydı.


adını haykıracağım sokaklara.
çıplak bacaklarıma bakıyorum
ve adını anıyorum bir gece
izmarit dumanla buluşur gibi,
ya sen seveceksin küçük parmaklarımı
ya da buz gibi sırtı bir bıçağın.
tanrı yarattı;
ama tahmin bile edemezdi, aşkı.
bir siz vardınız,
çay içerdiniz siz, gözlerinizi bense.



biraz daha az bilirsin belki kendini
biraz daha az bilirsin
biraz daha az
işte
biraz daha çok gibi o, sende.

biraz daha az üşür belki tenin
biraz daha az üşür
biraz daha az
işte
biraz daha çok gezinmiş gibi o, bileklerinde.





kopar göğsümü,
kurut günlüğünde.
derin acı



adın eter kokulu idam gecesi
gitarın kopan teli, ilk gecede birbirine doluşan
ilk gecede birbirini kusan iki sevgili

adına cinayetler işledim, saklamıyorum
itinayla dörde böldüm hayatı
herkese kanlı bir parça düştü, herkese tufan
sıyrılıp gittin çıkardığın yangından

yüzün bir metalin eğrilmesiydi sanki
gittikçe kuruyan bir ağacın en üst dalı
yüzün hançer, yüzün annem, yüzün soytarı

cehennemden yeni çıkmış bir meleğin çığlığıydın
otopsi masasında unutulan
parçasıydın didiklenmiş bir bedenin, rahmiydin
dalağıydın, kalbiydin, sendin
eğilip öpmüştüm her bir parçanı

adın eter kokulu idam gecesi
adın derin bir acı!




Altay Öktem
Ben,
sana sığınsam ya,
göğsünde uyusam ya,
omzundan öpüp uyandırsam ya...
Güzel olurdu bence...
Daha güzelinden önce.
olmadı koynuma gir hayat,
gir ve sana bir kadın ne demekmiş göstereyim.
yorgunum,
çok.
güzel bir doğumgünü hediyesi olarak
bütün bir geceyi veriyorum kendime
ve beraberinde yağmuru,
hüznü ve huzuru
ve özgürlüğü saymıyorum bile.
'bu gece gökyüzü dantel gibi.'
korkuyorum,
çok.
gözlerindeki çocuklar misketlerini kaybetti mi
bana gelirdin uçurumlardan uzağa
güven verirdi kim bilir, sevdam sana
seni nasıl ısıttığımın şiirlerini bilirdin!

bayrakları yarıya inerdi karanlığın
acılar müebbet güzellik yerdi meze tabaklarında
sen, bir başka sevgiliydin
susuz içilen rakı sohbetlerinde gizlice!

bana gelirdin kendinden habersiz
saygı uyandırırdı kim bilir, hüznüm sende
seni nasıl özlediğimin kapıyı çalışlarını bilirdin..
şarkılarını zekice!

zaman kalırsa sevişirdik
odanın duvarları da sevişirdi sırtlarımızı onlara dönünce
hiç kromozom görmemiş insanlar gibi sarılırdık
binlerce sevap yerine geçecek bir günah sayılırdı kim bilir,
tenim teninde!
seni nasıl kuşandığımın tarihçesini bilirdin..
zulmünü şehvetle!





küçük iskender