Hayat hiçbir zaman kolay olmayacak ama yaşamak hep çok güzel olacak.
1. Orta boylu, zayıf, kumral saçları dalgalı, geniş alınlı, iri kahverengi gözlü, uzun ve derin kirpikli, kar beyazı dişleri olan oval yüzlü bir adam…
2. Nüfus cüzdanındaki adı Cemalettin Seber’dir.
Başlangıçta, Cemal Süreyya diye yazar adını.
Üvercinka adını verdiği sevgilisiyle girdiği iddiada kaybeder ikinci ‘y’ harfini ve o günden sonra bir daha hiç kullanmaz. Borcuna bu kadar sadıktır. Güvenilir insandır.
3. Doğuludur.
Erzincan doğumludur.
Göçebedir. Muhacirdir.
Sürgündür. Uçurumda açan çiçektir.
Beyaz gülüşlü bir kardelendir.
4. Zor ve olanaksız olanı dener, başarır. Belki bu nedenle düşünce kökleri derin, dünyanın ve insanların resmini çekmek için bir fotoğraf makinesi gibi kısık gözleri abartısız bir derinlik ve dikkatle çevresine dönüktür. Belki zekâsı onun için bu denli parlak; derviş yüreği gösterişsizdir.
5. Erzincan, Bilecik, İstanbul, Ankara… Sonra bütün bir Anadolu… Göçebelik hiç bitmez. Hangi şehirdeyse orası, yalnızlığın başkentidir.
6. Bütün başarılarını Ankara’da kazanır, İstanbul’da harcar.
7. 26 yılda 29 ev değiştirir, adres olarak PTT’den kiraladığı posta kutularını kullanır.
En son yaşadığı evin bulunduğu sokağa Cemal Süreya adı verilir. Hiçbir şeyi yoktur akıp giden sokaktan başka.
8. Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılıdır. SBF’nde maliye ve iktisat bölümünü seçer. Ece Ayhan, Sezai Karakoç ve Muzaffer Buyrukçu’yla arkadaş olur. İyi notlar da alan kötü bir öğrencidir.
9. Maliye müfettişliği, devletin en büyük kariyerlerindendir. Yılda 3-5 üniversite mezununun girebildiği bir memuriyettir ve bunu SBF’nin göçebe öğrencisi Cemal Süreya başarır. Hayat için, büyük bir başlangıçtır.
10. Küçük bir grup içinde Ahmet Cemil acıları yaşar. Dostoyevski hayranıdır. Yalnızdır. İçe kapanık ve çekingendir. Son derece utangaç ve sessizdir. Gidip bir dükkanda bir şeyin fiyatını soramaz. Başkalarına sordurur çoğu zaman. Bir şeyin yarım kilosunu alamaz.
11. Memuriyeti sırasında görevle gidip l yıl kaldığı Paris’ten getirdiği arabayı satıp dergi çıkarır. Papirüs macerası belki hak etmediği ilk yenilgidir.
12. Papirüs serüveninden sonra tekrar döner memuriyete. Bu kez iddialı olarak: Maliye Tetkik Kurulu üyeliği ile başlayan çizgi Darphane ve Damga Matbaası Müdürlüğü ile noktalanır. Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon önyargılı teftişinde hiçbir olumsuzluk bulamayınca ‘Her şey yolunda, ama burayı pek temiz bulamadım.’ deyince Cemal Süreya da ‘Burası bir iki saat öncesine kadar hiç kirlenmemişti.’ karşılığını verir. Yüreği hariç, bütün kapıları açmıştır bakana.
13. Artık kendini memuriyette ispat etmiştir, emekli olur. Kartviziti de hazırdır: Şair ve eski genel müdür. Emekli ikramiyesini şiire yatırır. Yeni mesleği kelime kuyumculuğudur.
14. Paranın egemen kılınmak istendiği bir dünyada yalnız şövalyelerden biridir. Kalemini çıkarıp en önde hücuma geçecek diye boşuna beklenir. Düşene tekme atamaz, yüreği kaldırmaz. O vakit ne yapar? Oturup şiir yazar.
15. İnsan, şair olunca başka şey olmaz mı? Onun kadar değişik, renkli alanlara yayılan şair pek azdır. Şiir dışındaki uğraşları yalnız ekmek teknesi değildir. Yaptığı işte mutlak başarı sağlamalıdır. Yenilgiyi kabullenmek zordur.
16. Yapısında hep ikilemler vardır. Kendini tatmin mi, yoksa topluma hizmet mi? Bocalar bu ikisi arasında. Tutkuludur Şiir tutkusunun bir yanında, kendini ispat etme, önemli, tanınan biri olma isteği de vardır.
17. Alınganlık, kırıcı yapar onu. Aniden parlar. Çok rahat arkadaş olur, dost olmaz. Arkadaşlarına çok fazla bağlanır. Çoğu zaman arkadaş yerine mürit arar. Sesinde hep uykusuz bir Türkçe vardır. Konuşurken gözlerini hep kısar. Her zaman Bir Tereddütün Romanı gibi konuşur.
18. Hoşgörünün en somut simgesidir. Bağışlayıcıdır. İnsanları iyi olan yanlarıyla sever. ‘Hayır!’ demeyi bilmediği için başına gelmeyen kalmaz. En yakın çevresinin içinde dağ başları kadar yalnızdır.
19. Gülümsemeyle hüzün yan yanadır onda. Özgürlük ve kendine güvenle lirizm; sıkıntı ve bunalımla ince alay iç içedir hayatında ve şiirinde.
20. 2000’e Doğru dergisindeki portreleri ve söz senaryoları, derginin en çok okunan sayfasıdır. 99 Yüz adıyla bir kitap yayımlar. Portre yazımında bir çığır açar.
21. Arkadaşı Muzaffer Buyrukçu’yu da kattığı bir fantezi bildiri geniş yankı uyandırır. Turgut Özal’a bir intihar çağrısı yapar: ‘Ülkemizi sizden / Sizi de kendi özel sıkıntılarınızdan / Kurtarmak için / Arkadaşım Muzaffer Buyrukçu’yla / Bir önerimiz var: İntihar etmelisiniz! / Ben ve Buyrukçu bu konuda / Dostça omuz veriyoruz size. / Gelin, halkın önünde, / Üçümüz birlikte intihar edelim / Yer: Kadıköy eski iskelnin önü / Gününü ve saatini siz saptayın / Ülkemiz sizden kurtulsun / Biz de bir işe yaramış olalım’
22. Elli yıldır sustuklarını söyler düzyazılarında. Aydın, demokrat geçinenlerin ucuzlaştığı bir ortamda, taviz vermeden, boyun bükmeden, el etek öpmeden kenara çekilip ayakta, dik kalabilmeyi seçer.
23. Ülkü Tamer, onun için ‘Cemal: Atlas okyanusunda fıratın salı / Zap suyunda Alp çiçeği’ der
24. Bütün sevgililerine ‘Annem çok küçükken öldü / Beni öp sonra doğur beni’ diye seslenir.
25. Kendi kendine mektup yazar. Aşk, ona göre aynı masada mektuplaşmaktır. Ütopyası, kendi mektubunun postacısı olan kızdır. Hep âşıktır. Dört kez evlenir. Nerde bir çift göz görse tutar onu sevgilisine tamamlar.
26. Bir ara Cemal Süreya ile birlikte yaşayan Tomris Uyar, 1964’te Ülkü Tamer’le, 1967’de Turgut Uyar’la evlenir. Aynı dönemin üç şairine eş ya da sevgili olmuş Tomris Uyar hakkında hiç konuşmaz. İçlenmek zenaatında ne kadar usta olduğu bilinir. Hüznün kuşlarını canıyla besler.
27. Bir oğlu bir kızı vardır. Oğlu Memo Emrah’tan çok çeker. Ölümüne yakın oğlundan dayak yer. Kızının nikâhında bulunamaz. Çünkü, haberli değildir.
28. Parasız günlerinden birinde kızı Ayçe’ye şiir karalamalarını vererek ‘Bunları sakla, ileride para eder.’ der. Kızı, şiirlerinin ne kadar saçma olduğunu söyler.
29. Kadıköy sahilinde yürürken her an karşıdan Fazıl Hüsnü Dağlarca gelebilir düşüncesiyle önü hep iliklidir.
30. Şairi, şairden başkasının tanımadığına hep üzülür. Bir gün duraktaki yolcular arasında otuz yaşlarında bir adam Pazar Postası okuyordur. Hem de Cemal Süreya’nın şiirinin bulunduğu orta sayfayı… Adama ‘Nasılsınız efendim, ben Cemal Süreya’ diye yaklaşır. Adam, ‘Memnun oldum. Ben de Nuri Pakdil.’ der.
31. ‘Gün gelir anılar da değiştirir sözcüklerini’ Sezai Karakoç, Mülkiyeden arkadaşıdır. Ona hep ‘Sezo’ der. Ankara’nın hür hayalli çocuklarıdır o sıralar. Sezai Karakoç’la Ankara’da görüşmek ister. Ancak, Karakoç’un ‘Sen benimle randevu almadan görüşecek adam mısın?’ sözüne çok kırılır.
32. Elli dokuz yaşında, yedi kırlangıç ömründen dört yıl alacaklı ölür. Ölümü siyah bir kâkül gibi alnına düşürür.
''yüreğimde kesik bir güvercin kanat çırpıyor. acısa.' '
-kızım, babanla konuştum, seni bize yollamayacaklar bu kış.
-Olur, söz.
kalabalık ha olmuş ha olmamış
sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
ama ağaçlar şöyleymiş
ama sokaklar böyleymiş
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız
aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yangelmişim diz boyu sulara
hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle dövüşemem
siz ne derseniz deyiniz
benim bir gizli bildiğim var
sizin alınız al, inandım
sizin morunuz mor, inandım
ben tam dünyaya göre
ben tam kendime göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız
tel cambazının
tel üstündeki durumunu anlatır şiirdir
turgut uyar
ellerin hiç kanamadan sevebilirsin dikenlerini onun.
yüzüm kırmızı kokuyor, benim
ellerim gün kurusu.
A Rose Among Thorns
nilgün marmara/kırmızı kahverengi defter/notlar
Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı.
Herkes evinin önündeki çölü süpürmelidir, içerdeki çölü dışardan sızmış olarak görüyorsa, beklesin, ağır ağır dışarı aksın kum tanecikleri, biriksin ve dışarının çölüne bitişsin, o zaman herkes yine evinin önündeki çölü süpürmeyi sürdürebilir...
Çöl rengi bir elbise giydim.
Sonra sözcüklerin kumda bırtaktığı izlerin içine yerleştim.
Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir. İçerde olan, tek kişilik oda oyunlarına düşkün olan üzerine kapatılan kapıdan habersiz ve kolayca dışarda olanın üzerine kaç kapı kapıyor.
Biri susarak okunu tanıdı, öbürü kusarak okunu kırdı. Kaçınılmaz bir zavallılık ve bana açıklıktan sözedivermiş, netlik, doğruluk, yalınlıktan; içi, götü, ciğerleri, kalbi, böbrekleri titrerken... Beni hiçbir ışığın altında görmeyecek o! Bildiği hiçbir ışığın! Çünkü ışığı yok onun!
Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok. Dilsiz şarkıcıları düşünüyorum da öylesine kendilerini kendi yağlarında kavuran varlıklar! Bıçaksız bıçaklıları, çölsüz çöllüleri, kumsuz kumluları... Çocuğun ilk hecesi: Acı, sonraki çift hece: Doyum. Yanılsama. Yanılsama!?! Bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. Hep karanlıkta düşünürler.
Doğmuş olmak bir referans mektubunu nereye ve kime götüreceğimizi bilememektir.
Ölüm yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız...
Açılmak,açmak. Göğe, yerküreye, suküreye, insanlara, düşünceye, geçmişe, gelecek ve şimdi'ye açılmak... dünyaya yönelik tehdit oklarına hafif bir tebessümle bakmak. Tebessüm güncel-geçici ile evrensel-kalıcı olan arasındaki ayrımı görebilmek ve özümseyebilmenin imidir.
''Nereye gittiğini bilmiyorsan, derin bir bağın yok demektir. Olsaydı öğrenirdin.''
Bu eksiksiz gediksiz kaydeden vücudun, bu anı deposunun tüm koordinatlarını belirleyebilecek, yaşarken sonsuzca, sonsuzca yazabilecek bir akıl.
Saklamanın kaydetmenin sevinci ve acısı.
Her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli.
Dilsizliğimi, uzam ve insanın eksikliğinin genliğinde öğrendim.
Çölgörmüş bir hali var.
Başkaldırmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?
Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?
Gerçekliğin benim düşlerimden bir ayrımı yok -Öylesine ince delikli bir ağ ki bu üzerimize kapanan, kapanan, kapanan, bu Kapan!
Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yokedilmeli.
Bu balıkhaneler bu kancalar niye varlar, yüzlerimiz neden yüz bedenlerimiz niçin balık öyle asılı dururken ve dönerken ağır aksak?
Bir tarafı Godard şantiyesi bir tarafı Altmann gölü bu garip mekanın ortasındaki ben Nilgün.
Godard çalışan işçilerin, devinen makinelerin üstüne aşk sözcükleri bindirirverir, çarpıcı bir karşıtlık/koşutluğu yakalayabilmek, gösterebilmek için. Emek-üretim-aşk-tükeniş.
Arzu yeterince varsa dönüştürme kolaylaşır.
İklim ve polis izin verirse çingeneler çıplak gezer.
Ölürken kahkahamı ona bırakacağım.
Böyle bir morla alçalttım sizi!
kelebek demeyin bana
değilim bir kelebek
kısa bir ömrüm olmadı ki kelebek olayım
bence yaşlı bir çınar olabilirim ancak
belki gövdemde oyuklar vardır büyüdükçe büyüttüğüm
belki dallarımda sevdiklerim vardır
ne kadar sevsem de onları
sadece bir kısmının içeri girmesine izin veririm
belki derinlere girenler zaman zaman çürütür beni
belki de besler hayat bulurum
belki budanmak isterim zaman zaman daha da büyümek için
bazen de kuruyup gitmek isterim
ne kadar da severim kendimi zorlamayı
ben sert havaları sevenlerdenim
rüzgarlar tokatlasın isterim beni sarsana kadar
rüzgar ne kadar sert eserse ben de o kadar acımasız olurum
peki kendine bu kadar acımasız olan insan nasıl bu kadar şefkat bonkörü olur?
en merak ettiğim de bu, bunu nasıl yaptığım.
seni seviyorum pikachu..
sadece bir anlığına.
bu şarkıyı hiç anlamadın, ve hiçbir zaman anlamayacaksın.
Tori Amos - purple people
tüm esnaf, tüm iş arkadaşları, tüm bahçeli, tüm taksiciler, tüm yerleşik halk,
tüm öğrenciler, tüm okul müdürleri, tüm dilenciler, tüm seyyar satıcılar, tüm babasız kızlar, tüm garsonlar
senden bahsetmiyor olsalardı eğer sevgilim,
belki o zaman sevgilim;
hepsine biraz kendimden bahsederdim.
Acı biber turşusu yedik.
Otuz metre karede her şeyle çok seviştik.
Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakaları,
baş ve bakanları, milletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik.
Hiçbir yerdeydik...''
Kazım Koyuncu
şimdi her yerdesin, güzel adam, büyük adam, iyi adam, devrimci adam.
sol elimle sol elimi okşuyorum. pencereler açık..
etimin altında bir kurt var sanki.., sanki çilek tarlalarında oradan oraya kaçıyorum..
sanki sol elimden kaçıyorum.. uçurumdan kayıp kayıp düşemiyorum..
sonra her şey tersine dönüyor; bir dağ aslanı oluyorum. herkesi korkutuyorum.
duvarlara fırlıyorum, kilden tanrılarla oynuyorum.
sonra babam alıyor beni; elini etimin altına sokup kurdu boğuyor.
mandalina yemek istediğimi söylüyorum... bir çığlık daha istiyorum.
baba...
yıkılmayacak kadar yalnızım.
aşkın karşısında ölüp ölüp dirilen acılar için söz veriyorum,
sana henüz ölmedim, yaşıyorum numarası yapabilen herkes için söz veriyorum baba..;
boşuna tinerlemedim sokakları, boşuna durup durup kusmadım,
boşu boşuna küfretmedim orospu olan hayata.., boşuna ezberlemedim bu kurum tutmuş tarihi.. sen hiiiç duymuyorsun diye baba, okaliptüslerin altında ne çok çiğ birikti diye..
sil ellerim, sil seni.
''
umay
geç kalmışlığın telaşı..
koca yalanlarım,
hatalarım,
yollarım ve yıllarım,
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..
umutlandıklarım,
umut dağıttıklarım,
akıl verdiklerim,
akıllı sandıklarım,
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..
ölümün yüzünü gördüğüm gün
kimin elini tutup göçmek isterim?
bir sevip bin söz ettiklerim,
bin sevip hiç söz etmediklerim,
söz verdiklerim,
yapamadıklarım,
eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..''
bunun dayanıklı bir şey olmadığını,
sürekli kılınamadığını,
çünkü aşkın yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu,
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü,
oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?''
birhan keskin
anlamsız bir kalabalık olacak sevgilim seni beklediğim meydanda,
tedirgin yaklaşırken sen bana
o anlamsız kalabalık durulacak, duracak..
şehir derince iç geçirecek,
köprüler biraz huzursuz kıpırdanacak,
trafik aksayacak bir iki dakikalığına,
yakınlarda bir çocuk gülmek ile ağlamak arasında gidip gelecek..
tüm bunlar öyle yavaş yaşanacak,
birkaç adım mesafeden yanıma uzanırken sen
geçmiş birkaç yıl zamanı tümden ağdalayacak..
sonra denize yakın oturup çay içeceğiz seninle,
sen çayını yudumlayacakasın
ben gözlerini yine,
sırtımı rüzgara vereceğim ben
sen üşüme diye..
geliyorum ben
...
Yoksa seveceğiz. Yoksa hep seveceğiz, biline.
Gözlerini aç, ama kapama o şarkıyı; izin ver içine biraz dünya karışsın.
Bir rüzgar kırabilir bir şemsiyeyi, gördüm. Sonrası yaşamak...
Sahi, tanışmak mı dediniz? boyayalım.
Ama konuşacaksak kapatalım bu bahsi, bir adamı sevmekten geliyorum.''
Pınar Kocabay; Bir Kenara Bırakırsak Anlamı
o uzun dönüş yolunda,
askerliğinin ilk gününden beri
seni ziyaretlerin sonrasında, ben hep bu şarkıyı dinlerdim;
'ver, ver ateşe, ver bizi'
subay çocuklarının ve asker yakınlarının arasında o uzun dönüş yolunda;
Akıncı-Sezenler..
mavi kamuflaj her sevgilinin yakıştıracağından biraz daha fazla yakışırdı sana,
askerlik yakışır mıydı sorma;
postalların yara yaptığı topukların,
kafeste bir kuş gibi çırpınmaların..
yakınmaların,
dün gibi durur kulaklarımda.
okul bitti,,
karneler kırık dolu,,
geçmişimiz temize çekilememiş birer siktirname,,
parmaklarımız kokteyl olma yolunda birer molotof,,
bacaklarımız, birer isyan bayrağı gövdelerimizin üzerlerinde kıvrandığı bayrak direkleri!!
sevgilim..
yatağımız, çarşafımız, yerimiz, göğümüz öfke seli!!
sevgilim..
topuklarımız ensemize değercesine koşma, kovalama, yakalama, hırpalama, hesap sorma vakti!!
ben birkaç gece yokum
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
ve tanrı kıs kıs(sık sık) güler böyle zamanlarda
karabasanlarınla iyi geçin
ben önümüzdeki birkaç gece yokum
yatağının tersinden uyan, sigaranı filtresinden yak
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
tanrının haksız gururu oluverir umutsuz insanlar
sabahı hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben
seslerle konuş seslerle konuş seslerle
sor bakalım seslere bak bakalım orda mıyım
sanırım yenildik ama ezildik de
bütün orospu sokaklarda bütün park ve bahçelerde
insanların girmek istemediği bilumum mevzuda
ben kendimi en çok evlat mı öğrenci mi
yurttaş mı asker mi eş mi banker mi olarak
görmek isterdim bilmiyorum ama,
elimdeki elime küçük geliyor annecim sana söylüyorum
babacım sen anla.
yok koşmadık mı her yüz metresini acının
geri ödemedik mi depozitosunu son kiracının
yazın geldiği konuşuluyordur kasabada
sanki herkesin çıkacak bir yaylası var gibi
leş gibi ekşi ter kokusu ve kolumda kesikler
fucking life goes on ob la di ob la da
yemyeşil ekşi irin şiir suretinde cerahat
işin kötüsü kızarıyor ufaktan güzelim erikler
bana görünen yine mananın dibi en dibi
ve görünen o ki hiçbir şey vaat etmiyor hayat
bütün şehirler tıpkıbasımı bir diğerinin
sevgi çıkarmıyor lekeleri ne yazık ki annecim
sana söylüyorum babama sen anlat.
şimdi ben bir ölümlerden ölüm beğen
sözcükleri hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben.
zozan gemilerördü
Kirpi Şiir, Sayı:6
ben solmuş bir kadınımdır fazla gül'mekten
yüzüm bir perişanlık izidir yaşamaktan.
bilirsin kendimi sana fazla sevdirmeyeceğim,
aynı yola baş koymuş arkadaşlar durdukça
ve aynı yola sırt çevirmiş kaldırımlar uzadıkça
en çok kendimi yürüyeceğimdir.
seni kendime fazla sevdirmeyeceğim,
illegal bir kıraathanenin köşesinde
ziyadesiyle huzurludur yüzün
birbirini savaşır gibi sevilmektense.
bilirler,
aramızdan aynı yol geçer,
biz ise sırt sırta verememiş
ama aynı yola sırt çevirmiş benzerleriyizdir birbirimizin.
bizi bilirsin,
çerçevesiz gözlükleriyle
üzerimize diktikleri havalandırmasız hayatın altında
aynı yüreklilikle eziliriz.
gün boyu aynı halkın
bilmem kaçıncı boyun eğmişliği yürüyüp giderken üstümüzden,
bilmem kaç kez iç geçirip, kaç kez yüz çevireceğizdir.
birbirimizi fazla sevmeyeceğiz,
ama ne de olsa
aynı eğretilikle uzanacaktır
hayatın içinde gövdelerimiz.
iklimlerim hakkında ne bilebilirsin?
kırılıp kırılıp içime dökülen ırmaklarım hakkında ne bilebilirsin?
güzergahsız karayollarım hakkında ne bilebilirsin?
sevgilim hakkında ne bilebilirsin?
sevgilim ki;
dört mevsimin bir arada yaşandığı bir memleket kadar naif ve çokçeşitlidir,
sevgilimdir.
ben bunca zaman,
öfkeden,
ben hiç,
kendimi kanırtmamıştım ben hiç öfkeden,
hiç kanmamıştım,
ben hiç kanmamıştım,
hiç kanmamıştım ulan!
acele gidin,
hayatımda sürünmeyin ulan
siktirin gidin!
ben hiç öfkeden katil olmamıştım,
beş para etmez çehresiz cüsselerinizi alın gidin,
beni ulan bi daha katil etmeyin,
beni söyletmeyin,
ulan cesetliğinizi bilin,
ayak altında sürünmeyin,
siktir olun gidin,
belanızı pisliğinizi üç kuruşluk sevginizi alın gidin,
ben böyle varlığın oluşunu sikerim.
yağmur yağarken sesinin gerisinde,
üstelik gecenin bu vaktinde,
seni artık sevmiyor olduğumu bilmek
üstelik gecenin bu vaktinde,
üstelik sesin yağarken yağmurun gerisinde.
her şeyi siktir et diyorum kendi kendime,
fırlat at bir kenara her şeyi
ve sadece seni alamam yanıma
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde.
nasıl da itiraf edemiyorum sana seni sevmediğimi,
seni fırlatıp bir kenara nasıl da siktir olup gideceğimi,
seni artık nasıl da sevmediğimi nasıl itiraf edemiyorum sana
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde şimdi!
hani 'kuşlar bakımından uçarı',
hani 'çocuk tutumuyla beklenmedik',
hani tüm o şiirler nasıl da sen değilsin şimdi!
(sesin var ya senin,
hani yağmurun gerisinden gelir gibi,
hani yağmurun ta kendisi gibi sesin!)
kırmızı kurşun bir kalemle suratıma çizdiğim
ve içlerini iltihapla doldurduğum kitabeler senin için tüm yazabildiklerim şimdi.
senin için tüm çizebildiğim
üç harflik bir kelimenin hiçbir harfini doğru bilemeden
topu topu üç harfle ve ütüsü bozulmuş bir kalple asılan bir adam şimdi.
sesini al, yağmuru ver
git şimdi.
seni ben öyle bir sevecektim ki;
ölüyken diriltecek,
diriyken yeşertecektim!
ah ulan!
öyle bir sevecektim ki ben seni;
göğsümden emzirecek,
sözlerimle büyütecektim!
ah ulan!
ben seni öyle bir sevecektim ki;
tenimle söyleştirecek,
ellerimle yineleyecektim!
ah ulan,
seni baştan sona öyle bir sevecektim ki!
ah ulan,
sen bu sevmeleri sevmek mi sandın şimdi!?
utancımdan bakamadığım aynalarda
güldüğünüzü görecek
anlayacaksınız.
her gece birinin olmadığı gecedir.
gecelerinizi karıştıracak gitgide
olmayanlarınızın çoğalması.
benim olmadığımı duyduğunuz bir gece
korkacaksınız.
şimdiden düşünüyorum son kalanımızı
son gidenimizin bu gecesinde.
ama bir gece olacak, ortalarda bir gece
içinde siz de olmayacaksınız
ayrıca.'
siyasalın önünde inip bir taksi çevirsem,
düz git abi deyip tırmansam mamak caddesine,
duraktan sola sap desem,
sonra altılı sokağı geç desem,
sonra yokuşa varınca ilerdeki sarı binanın önüne çek desem,
ya da desem ki sevgilimin koynunda müsait bir yerde indir beni abi desem,
neyse parası veririz abi desem,
aç abi gece tarifesi yazsın yine de sür desem,
bas abi ışığa yakalanma desem,
sevgilim şuracıkta abi yanlış sokağa sapma desem,
neyse parası versem,
abi beni müsait bir yerde sevgilimin koynunda indirsen?
yazılmadığı yerden devam eder;
genç aşıklar ayrılır, mutluluklar biter,
genç kızla delikanlı hiç sevişemez, çocuklar büyüyüp faşist olur,
meclis erken seçim ilan eder, iktidarlar çökmez.
genç kızla delikanlı hiç aşık olmadığında, çocuklar hiç büyümediğinde,
halklar henüz göçebe olduğunda, hikayeleri hiç yazmamak gerek.
Kerim Akbaş ; Artıklar Coğrafyası
''sevgilim beni unutmuşsa bu benim hatamdır kabullendim sevgili kaldırım,
gökyüzüyle acının ne kadar alakası varsa yorulan da olur yorulmayan da...
sevgili olmak da güzeldi demişti dün içtiğimiz yerde çocuğun biri, sevgili olmak da güzel. sev...gilimin sevgilisi şehrime şehrim derse, sistem de bana mı şehrim diyecek,
yüzüm kocaman bir inkar.
hiçbir şeyi hak etmeyen bir mahlukat gibi duruyor orda ünlü insan heykelleri, çok acı.
insanlar önünde fotoğraf çektirip duruyor.
insanlar hala siyasetten ve ülkelerin düzelebileceğinden bahsediyor.
umut satılmıyor sokaklarda.
İYİ MİSİN DİYENLER, NASILSIN DEMEDEN;
şiirmiş romanmış hikayeymiş şarkıymış sevdaymış falan filan bunlar böyle işte.
bir insanın iş yerindeki son günü gibi bir duygu,
emekliliğe ayrılan bir insanın, masasına son bir kere bakması ne derece rasyonelse beni yargılayan kaldırımlara tek tek balyoz insin derse insan bu bir aralık ah'ıdır.
insan beyinleri durmadan sikiliyor. insanlar durmadan birilerini arzu ediyor.
mastürbasyon üzerine kurulu hayallerde arka fondaki şarkılar teker teker cinayet sebebi.
yıldırım demirören, bi siktir git amına koyayım ya! orda bir kerim akbaş var''
ona de ki: ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.
bu gece hüzünle sabahla,
ona de ki: ben bedendeki mıknatısın büyüsünü bozdum.
bu gece iğrenç bir korku filmiyle sabahla;
ona de ki: kabuslarımın orta yerindeki tek güzel mabedin kapısına sıçtım.
bu gece imla kurallarına uyulmuş edebi bir intihar mektubu ile sabahla;
ona de ki: farkındayım, ölsem, cesedimi teşhis edebilecek tek insan odur
...''
küçük iskender
Öncesinde kitaplığımdan bir kitap seçmem
ve ardından kitabın 55. sayfasına gidip bir paragraf seçmem gerekiyor.
Benim kitabım 'Sonrası Kalır',
pek tabii Edip Cansever,
kitabın 55. sayfasında ise şu şiir yer alıyor;
''bakın bakın bakın
döşeklere yaz kokuları sinmiş duydunuz mu
bilir bilmez ötüşleri var toprağın içinizde
kim demiş tabiatta düzen var diye
aç bir kedi duvara sürtünüyor onu da görün
atın kendinizi çalgıların çağanların içine
uygarlığı insan işlerini bilginler düşünsün
ardarda betikler yazsınlar size ne
böyle yaşıyacaksınız işte söz yok
ölümsüz bir çiçek sofranızda
yaz güneşi pembeden kırmızıya kırmızıdan pembeye
kapılar pencereler tabiatla oynaşacak
bu düzen size insanlığınızı unutturacak''
böyle fırtınalı, böyle yağmurlu bir gecede,
mevsim içinde mevsim yaşatıyor yine Cansever şiiri.
insan hallerinin böyle betimlendiğini bir başka şiirde bunca duyumsamadım ben,
Cansever şiirinde olduğu gibi.
''bu düzen size insanlığınızı unutturacak''
diye yineliyorum ve mimi çok sevgili üç bloga paslıyorum;
şu vurdumduymaza bakın dedim, herkes bana baktı.
''üvercinka''
Niyobe
mime dair ayrıntılar ve kurallar burada,
sevgiler.
...
Wereyda ; ''uzanır ağladığım yanıma'' (Ev)
''hepitopu gitmekti.
kişisel tarihlere palazlanarak eklemlenen kriminal inzivalarla;
'uzaklık bakımından uzak' olmak.
benden ne vakit benden bir şeyler gitse
(vücut çalımlarımla şık ayak hareketlerim gittiler) kalben acı duyuyorum.
yumruk büyüklüğünde bir bungunluk. sonra geçiyor.
unutuyorum, görmüyorum, bilmiyorum, saymıyorum.
kendinizi keman sanmanızı sağlayan insanı da unutabiliyorsunuz,
aslında bigane bir odun olduğunuzu hatırlatan insanı da.
ne yüzü kalıyor, ne sesi, ne kokusu.
iz yok. yalnız sen ve o: şimdi 'biz' yok.
boş koy. yayvan ağızlardan dökülen her cümleyi hayra yor.
bana general gibi gülümse, kağıt önünde, imzayı at, mührü bas, sırıtmadan yolla;
kuralına uyduğum oyunları kaybetmesini iyi bilirim ben.
kendine de bir içki koy, eskidendi, güzel içerdin sen.
TAKO ; Aç Kırmızısının Aşk Köpeklerinde Deprem Kanı
''böyle işte! bu olmalı. bundan ötesi yooook.
yılanlar bile buna boyun eğer.
eski bir rüyayı hiçbir şeye değiştiremem. geçen zamana bile.
boşalıyor hayat üzerimize.
çok zoruma gidiyor bazen ama olmuyor işte devam ediyorsun.
akıyor pisliğin kahpe bir banyonun kırmızı anında,
karşında bir insan var sende olan şey onda yok.
bu mudur açlık? hayır aşklık? hayır hayır deprem!
sikerim böyle işi be kahve, herkes yalancı, yalandı, yalanmışlar.
küfür çok mu kötü birşey?
'küfür, ruhun cilasıdır' öyle diyor üstad.
bazen tek bir kişi için bütün insanları karşına alırsın. böyle birşey..
köpek, köpek, köpek sanmıyorum hayat böyle olsun.
hepsi orospu hepsi çürümüş hepsi ağlamış hepsi köpekleşmiş hepsi 'hepsileşmiş'.
yarına sonsuzlukla kıyaslamak sonra gidip asla geri gelmemek
sen nerden anlarsın ki sesin ses karşı aşk şiddetini.
yapma lütfen.. gitme..
gidince orospular hamile kalır, pezevenkler delikanlı.''
iki kürek kemiğimin arasındaki boşluğu hediye ediyorum sana,
ne zaman uyumak istersen,
dilediğin gibi koşturabileceğin rüya tarlaları ve de.
sonra, hiçbiryerde hiç yazılmamış öyküler...
hiç unutmayacağın bir anı
ve de hiç yitirmeyeceğin küçük bir ben...
'düşle gerçeğin çarpışmadığı' hiçbiryerde doğumgünün kutlu olsun,
sakin köşem, uyku tulumum, arkadaşım, önceliğim ve daha bir çok şey...
geçen sene bugün yazılıp, sen okumadan kaldırdığım kayıt,
ben de bir sene sonrasını bekledim,
sabrın simgesiyim
sense sabırsızlığın ve düşün ve gerçekliğin,
biriciğim ve en çok sevdiğimsin.
üzerinde dünyalar olacak, haneler, yuvalar olacak,
terkedilmiş sokaklar olacak, hiç uğranmayan barlar olacak.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde çatlamış asfaltlar olacak, mesafeler olacak,
boyaları kavlamış tabelalar olacak, devrilmiş elektrik direkleri olacak.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde gökyüzü olacak, yıldızlar olacak, ay olacak.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde gözlerin olacak, şiddetin olacak.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde sözlerin olacak, şefkatin olacak.
yüreğinin resmini yapacağım ben,
üzerinde güzel mi güzel kadınlar olacak.
onca delikanlının avlusundaki ateşte tüylerini tütsüledikleri evi görüyorum
epey yaşlanmış kırmızı saçlı kadının bir odasında kızlığını kaybettiği oteli geçiyorum
birkaç orospunun yaslanarak iş bitirdikleri büyük demir kapıyı gerimde bırakıyorum
henüz misketleri ceplerinden dökülmemiş veletler ardımdan küfrediyorlar dönüp bakmıyorum
sevdasıyla birlikte aklını da yitirmiş yirmi üç yaşındaki kızın
her sabah kirli ve ıslak iç çamaşırlarını astığı iri gövdeli ağacı da geçiyorum
oyuncaklarının üzerindeki boyaların dökülen yerleri pas tutmuş parka giriyorum
tek zinciri kopmuş salıncakta sallanıyorum ve merdivenleri olmayan kaydıraktan düşüyorum
belki de değil, bilemiyorum.
renkler gerçekten bu kadar önemli miydi?
üzerinde son kez seviştiğimiz çarşafın rengi buruk mavi olmasaydı eğer,
bunca kazınır mıydı dimağıma o sahneler?
ah, sen!
en berbat şairlerin üstelediği bir unutuş hikayesiydin.
işte, en tedirgin edici tarafı da bu ki;
hatırlamak seni, zulmün gölge oyunları demekti.
iki elinin baş parmaklarını birbirine kenetlemiş ve geriye kalan sekiz parmağı havada çırpınırken,
biz haber güvercini sanardık o gölgeleri,
ruhumuz bile duymazdı bir ayrılığın çığlığına bulanmış seslerini.
kısacası;
artık senin gözlerini hatırlatmıyor bana gölgelerin rengi, ne mavisi ne yeşili.
ve sokak aralarında bıraktım seni.
aç bir kedi adını sayıkladı,
sahipsiz bir köpek yüzüne yaklaştı
ve kuyruksuz bir fare ayak parmaklarına sarıldı.
alın dedim,
onu siz sevin
sokak araları ve sahipleri.
boş bir sokağın tek kişilik kalabalığı olarak
ve kendi nüfusumu yalayarak uzaklaştım hatırandan,
dile ziyan küfürler döküldü ağzımdan
ve kırılmadan yuvarlandılar kaldırımlardan.
sokağın sonundaki merdiven boşluğundan aşşağı ittim sonra kendimi,
sol bileğimi incittim kendime sarılacakken
ve sağ dirseğimi ruhuma çarptım düşerken.
şöyle oluyor;
önce boğazımda bir nokta sivri topuklarla çiğnenen bir meme ucu gibi acımaya başlıyor
ve ardından yüzüm ıslanıyor.
ve şu son birkaç aydır,
artık sarılmak maksadıyla mı yoksa boğmak niyetiyle mi bilemiyorum ama;
boğazıma dolanan şu bir çift el diyorum,
bir çift kol ya da,
sahibine yahut sahibesine
en içten küfürlerimi gönderiyorum,
karakterini kişiliğini hedef alıyorum hem de, nokta atışı yapmayı planlıyorum.
şehrim çıkarken unutulan bir anahtardır. dönmek hiçbir işe yaramaz.
şehrim kal diyor. gitme. seni benim kadar kimse unutamaz gurbette.
belki dönerim diyemiyorum. çünki belki dönmek sabahları anlamaktır.
...
çünkü ben sarhoş olmayı anladığım zaman şehrim beni ağlatmıştır
sevgilim onmaz yaralar inandırmıştır ellerime titrer dururlar boyuna
...
Kerim Akbaş (Artıklar Coğrafyası)
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun diye karnını bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını, yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse
...
küçük iskender
mordevrim-artık kalbim yok
üstüste yığılı kitapların ağırlığıyla şekillenmiş,
incelikli bir köşegen gibi,
ne yazık ahşap olmayan masanın üzerinde uzanan zarif bir toz bulutu
ve ağır kavisli sigara dumanı...
kalın kitabın ismi sızlıyor; ''sonrası kalır''..
1,2,3,4,5,6,7'de bırakıyorum kitapları saymayı
ve belki de diyorum tek tek tüm sayfaları saymalı
ve belki de tek tek tüm cümleleri
ve belki tüm kelimeleri
ve belki de tüm heceleri
ve belki tüm harfleri,
sabırla,
şefkatle,
öfkeyle,
ama ''sonrası kalır''
ve ''gözlerim sığmıyor yüzüme''.
bütün bir gece kendi kendime tekrar ettiğim gibi
ve hiç de konumuzla alakası olmayarak,
'lale devri bitti' diyorum kendi kendime,
lale devri bitti!
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan, her yanımdan.
gelemedim ben oyuna,
gelemedim yaşımdan
kovaladım sevdiğimi
yanıbaşımdan, her yanımdan.
yaşamadım ben bugünü,
yaşamadım inadımdan,
göremedim geçtiğini
yanıbaşımdan, her yanımdan.
ellerin uzanmasın
uzak dursun dedim, sakın dokunmasın,
hayal ettiklerim bana yakışmasın,
inancım yok benim.''
sanki yazdığım bir heykel..
tabiatın açtığı yara gibisin
sanki avcumda kurumayan mürekkep!
aynı arabayı çeken iki at..
birbirinden yorgun, birbirinden bıkkın..
yıkılmış bir krallık, aşkımız..
saray yanıyor, hazine talanda..
saadetin arta kalanında
asla çift gelemeyen zarlarız biz..
telaşımız, berbat.
hangimiz
hangimizin sesinin yankısı..
hangimiz
hangimizin aynası..
hangimizden hangimize
köpürüp duruyor ki dalgalar..
tek kanıtı yok ayrılığımızın..
tek tabutu yok sevdamızın..
bugün tut elimi desem
ne seninki el artık
ne de benim elim... ansızın!
çaresiz hatırlayacağız birbirimizi
senin yüzünde karanlık bir yalnızlık süsü
benim yüzümde ise
geceyarısı aniden başlayan bir ölüm izi..
eski krallığa doğru seslenen silahlı adamların
çatık kaşları arasında doksan derece intikam denizi!
küçük iskender
ya da belki daha çok yalan söylerim,
belki bir avuç fazla ilaç
ya da esaslı bir kesiğe eşlik edebilirim soğuk tenimde,
yine ağlamaz ve sadece acıyabilirim
ya da belki daha çok ağlar ve daha çok acırım bir gece,
inkar edemeyeceğim tüm suçları işlerim
ve cezalanırım tek yürek üstünde.
bir şarkıya eşlik edecek bir acı çığlık bırakırım geride
ve belki sahiden giderim yine,
belki sahiden sesimi yitiririm ve çağıramaz olur dilim,
okumayı söker ama adını telaffuz edemez dilim,
ve belki de ben sadece giderim yine.
adın eter kokulu idam gecesi
gitarın kopan teli, ilk gecede birbirine doluşan
ilk gecede birbirini kusan iki sevgili
adına cinayetler işledim, saklamıyorum
itinayla dörde böldüm hayatı
herkese kanlı bir parça düştü, herkese tufan
sıyrılıp gittin çıkardığın yangından
yüzün bir metalin eğrilmesiydi sanki
gittikçe kuruyan bir ağacın en üst dalı
yüzün hançer, yüzün annem, yüzün soytarı
cehennemden yeni çıkmış bir meleğin çığlığıydın
otopsi masasında unutulan
parçasıydın didiklenmiş bir bedenin, rahmiydin
dalağıydın, kalbiydin, sendin
eğilip öpmüştüm her bir parçanı
adın eter kokulu idam gecesi
adın derin bir acı!
Altay Öktem
bana gelirdin uçurumlardan uzağa
güven verirdi kim bilir, sevdam sana
seni nasıl ısıttığımın şiirlerini bilirdin!
bayrakları yarıya inerdi karanlığın
acılar müebbet güzellik yerdi meze tabaklarında
sen, bir başka sevgiliydin
susuz içilen rakı sohbetlerinde gizlice!
bana gelirdin kendinden habersiz
saygı uyandırırdı kim bilir, hüznüm sende
seni nasıl özlediğimin kapıyı çalışlarını bilirdin..
şarkılarını zekice!
zaman kalırsa sevişirdik
odanın duvarları da sevişirdi sırtlarımızı onlara dönünce
hiç kromozom görmemiş insanlar gibi sarılırdık
binlerce sevap yerine geçecek bir günah sayılırdı kim bilir,
tenim teninde!
seni nasıl kuşandığımın tarihçesini bilirdin..
zulmünü şehvetle!
küçük iskender