bu kez ürkütüyor beni hayali,
bu kez kısa kesmiyorum kesiği
ve karnımın orta yerinden açıyorum kendimi.
önce dilinle derinleştiriyorsun deliği
ve rahmimi es geçip giriyorsun içeri,
çok değil iki gel git yetiyor doyumuna
ve daha titremen geçmeden ağzıma dayıyorsun kendini.
kıpırdamadan süzüp ağzına bırakıyorum tekrar seni
ve yine kendi kendini emiyorsun benimle sevişirken,
halbuki ikimizde biliyoruz tek bir deliğin yetmeyeceğini
ve biliyoruz kendini delsen bile içine girecek uzuvlarımın eksikliğini.
tek bir delikten sızan ışığın aydınlatmayacağını biliyoruz yatağımızı
ve bir tek delikte iki kişi kaybolunmayacağını
ve tek bir deliğin yetmeyeceğini aramaya diğerini.
çaresiz birbirimizin yasını tutuyoruz
ve temizlemeden kapatıyoruz tüm kesikleri,
bekliyoruz iyileşmemesini.
iyileşmedikçe sevişeceğiz kendimizi
ve iyileşmedikçe sevişeceğiz
kendimizi.

öptüm,
ardını öptüm bacaklarının,
ve sen biliyorsun işte;
izi kalır dudaklarımın
ve yakar nefesim değdiğinde.
gördün,
gözlerinle gördün;
yere basıyordu ayaklarım cehennem sıcağında
ve kendi cehenneminden bir cennet vaad ediyordu sana ellerim.
uyuyan hiç kimse kendileri irkilip uyanana değin uyandırılmamalıdır,
zira harikulade bir rüyanın içinde olabilirler
ve rüyaları mor olabilir.

şimdi beni her kim uyandırdıysa...
bir nilgün marmara şiirine 'boş' ve 'sabuk' tepki veren zihniyet blogumdan uzak dursun,
ilk kişisel isteğimdir,
saygılar.
şimdi siz bilmezsiniz,
iki küçük çocuktuk biz,
ışın kılıçlarımızla sözde kavga ederdik.
iki tuhaf ergendik biz,
hiç bitmezdi buhranlarımız ne de sevişmelerimiz.
iki koca insandık biz,
içki içer, saatler boyu sohbet ederdik.
iki ömürlük yaşlıydık biz,
fadime teyzeyle recep amcayız derdik.
şimdi siz bilmezsiniz,
eksik olmazdı yüzümüzden gülücüklerimiz,
ne de yüreğimizden sevgimiz.
yeri gelmişken;

düşünmek gerek,
konuşmadan evvel düşünmek gerek,
bin düşünmek gerek,
üzerine bir bin daha düşünmek gerek,
dahasını düşünmek gerek,
sözünü unutacağın vakte değin düşünmek gerek.
sevil ama bilme sevgilim,
vicdanın sevgimle ezilmesin.

ağlayayım ama duyma sevgilim,
yüreciğin üzülmesin.

üşüyeyim ama değme sevgilim,
ellerin de benimle üşümesin...
yalnızca hayatta kalacak kadar iyileşmeye çalışıyorum sevgilim,
niyetim elbet seni unutmak değil.
yerçekimsiz bir rüyada
ayaklarını yere çivileyen ağırlığın ızdırabını yaşıyor.
anlat bana derdim, anlat
anlat bileyim,
anlat bana derdim
anlat hissedeyim,
o'ndan çok o olmak isterdim.
anlat bana derdim,
gözlerinin gördüklerini anlat,
anlat bana
gözlerimi alıp oraya gideyim.

sarılırdı bana sıkı,
nefesine sığınırdım usul,
anlat bana derdim
anlat,
gözlerimi kapar o olmayı düşlerdim.

anlat bana derdim,
anlat,
bedenimi oracıkta pay etmek isterdim.
kendi çıplaklığına ağlıyor bedenim,
örtmüyor dokunuşların
ve fakirlik gibi yokluğu ellerinin.
Ve bir gecede gün be gün yeniden yaşamak yirmi üç senelik hayatını,
Ve bir gecede bir aşka indirgemek koca bir yaşamı,
Ve sağından girip solundan çıkmak duygularının,
Ve küfre bulamak 'dur durak bilmeden' hırpalanan yalnızlığını.
Ve şimdi günaydın sana koca şehir,
Günaydın o'nsuz sokaklar,
Ve günaydın sana bomboş gökyüzü.
bomboş şimdi artık koca bir şehir;
hiçbir kalabalığın dolduramayacağı kadar,
hiçbir sesin güldüremeyeceği gibi.
gözlerin güzel senin
teninin tadı başka
elbet acelecisin
dur denilmez ki
gözlerim kayıp benim
tenimin canı yanık
gidersen gidersin
kal denilmez ki
söz verilmez ki
kim gider, kaçı kalır
kim alır, kim kaybeder
kim düşer, kaçı dener
söz verilmez ki
yarının yorganında
yokluğun gururuyla
hoşçakal yalanıyla
söz verilmez ki



Umay

açık kalp ameliyatı

hepimize yeter bu aşk, aralık tut kalbini
üşürsen temmuz tut,
kar tanesinin yumuşacık süzülüşü gibidir sevişmek bu kalabalıkta
her aşk biraz yaklaşmaktır kansız bir cinayete
her aşk taslaktır, tasadır belki de
yalnızca 5'i olan bir saate bakıp bakıp
ağlamamaktır,
tutmaktır kendini boşalırken bile

kaybolan ya da ne bileyim güpegündüz çalınan kum saatidir,
çingene sesidir, hepsidir.
neşter girdi mi kalp guguklu saatin ötmesini öğretir zamana; hasrettir zaman
kırılan aynaya.
hepimize yeter bu aşk
neşter yetmez ama; tahta bir kazık, kızgın yağ
bir poşet tiner, yeni çekilmiş
ayak tırnağını yalamaktır
kapana uzatmaktır dilini
işlenmemiş suçları itiraf etmektir aşk

herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen
rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya
korkuluklara saygılı olun mesela, tırmanmayın direklere
neye yarar bu;
neye yarar ısıtmak dün ölen bir kadavrayı mor bir aşk uğruna

açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında
resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı
kayıp bir turuncu kokusu var havada

Altay Öktem
Ah Tanrım, bilirim;
Bilirim sevemezdin o'nu
Kıskanırdın sevgimi
İmrenirdin kuluna.
o adam ki en güzel şarkıların sahibiydi
sen ki o adamı çok severdin
o adam ki ölmüştü
sen ki ölümü düşlerdin
ölüm ki benden ürkerdi
ben ki korurdum seni
sen ki beni terkettin
ölüm ki bana kaldı.
sonbahar hüznünü kattı da geldi,
daha koca bir mevsim ağlayacağın var.
küllü kahverengi, kalınca bir perde,
kimin eli çekiyor bilmiyorum,
perdenin kornişte kayarken çıkardığı sesi duyuyorum sadece,
o aceleci ses,
o aceleci, kesik ses.
sesi duyduğum andan itibaren kapanmak oluyor aslolan,
kapatmak aslolan,
hiçbir önemi yok neyi kapattığının,
neyi görmediğinin
ve nereye kapandığının.
yumruk yap öncelikle elini, sıkı ve sert
araladığın ağzından sok içeri gırtlağına değene kadar elin,
tut eline gelen ilk boynu ve çek çıkar geri,
eğer sensen içinden dışarı çekilen
kendi kendini becermişsin,
başka bir yüzse eğer karşındaki
iyice bir sikilmişsin.
şimdi rahmine kadar itele o cesedi geri,
çürümeye bırak mesken bellediği deliğinde kendisini.
bir çocuk gördüm
bana doğru koşuyordu
bana koşuyor sandım
ama sadece bana doğru koşuyordu
dönmeyecek,
söz vermiş şarkılarıma bile.
dönmeyecek,
sözünü vermiş tüm sevdiklerime.

alışacakmış,
bilu öyle söyledi.

söz vermiş,
mabel'i de ağlattı benimle.
öyle boynun bükük otururken koltuğunda,
gözlerin dolarken
ve dudakların titrediğinde gülümserken

belki de ilk defa böyle direniyor omurgan seni ayakta tutmaya,
düşürme diyor
başını öne eğme,
damlamasın üzerime o yaş diyor,
ıslandım yeter,
üşüdüm yine üşürüm
ama kış, önümüz kış,
sarıl diyor
ısıt.
dönemez
beni ölür sanmıştı,

dönemez
buna alışacak,
dönemez
bana bir söz vermişti,
dönemez
bu söz tutulacak,


bu söz tutulacak.


Umay
tek bir hamleyle düşüyorsun kelimelerimden içeri,
akıp geçiyorsun telaşla gırtlağımdan,
haylazca değiyorsun yüreğime köşesinden,
kurnazca gülümsüyorsun gölgelerine izlerimin,
acımasızca saplandığın mideme, kramplar,
yel gibi süzülüyorsun akarlarıma,
kırmızıdan koyuca o dar yollar.
dara geliyor kaldırımlar,
sesi kısılıyor bir türkünün,
boynu düşüyor bir gülün,
yüzü titriyor bir sözün,
olmayacak oluyor,
düşmeyecek kalkamıyor,
bir düş yitiyor,
bir güz yas tutuyor,
söz gözden düşüyor,
yaş dudaktan.
sormayın,
o gecelere sormayın beni.

beklemeyin,
beklemeyin o gündüzler anlatmaz derdimi.
ve saplanıp kalmadıysan yüreğimin bataklığına ölesiye,

gözlerim,
bu gözlerim alıkoymadıysa seni yolundan,

sözlerime dolanıp da nefessiz, çaresiz kalmadıysan yokluğumda,

o parmaklarım düğümler atmıyorsa içine sessizliğinde,

gün geceye dönüp de göğsüme varmıyorsa düşlerin,

gitmişsin,
hem de pek bir hakikatli gitmişsin be sevgilim.
can havliyle boynuma doluyorsun ellerini,
etimi delip geçiyor tırnakların,
omuzlarıma değin sıyrılıyor derim,
incecik bileklerin ve asılısın boynumda.
öyle güçlüyüm ki;
tüm ağırlığına rağmen eğilmiyorum biraz olsun.
ama sen...
öyle kuvvetsizsin ki;
doğrultamıyorsun bir türlü kendini.