nilgün marmara/kırmızı kahverengi defter/notlar


Hayat, hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı.

Herkes evinin önündeki çölü süpürmelidir, içerdeki çölü dışardan sızmış olarak görüyorsa, beklesin, ağır ağır dışarı aksın kum tanecikleri, biriksin ve dışarının çölüne bitişsin, o zaman herkes yine evinin önündeki çölü süpürmeyi sürdürebilir...

Çöl rengi bir elbise giydim.

Sonra sözcüklerin kumda bırtaktığı izlerin içine yerleştim.

Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir. İçerde olan, tek kişilik oda oyunlarına düşkün olan üzerine kapatılan kapıdan habersiz ve kolayca dışarda olanın üzerine kaç kapı kapıyor.

Biri susarak okunu tanıdı, öbürü kusarak okunu kırdı. Kaçınılmaz bir zavallılık ve bana açıklıktan sözedivermiş, netlik, doğruluk, yalınlıktan; içi, götü, ciğerleri, kalbi, böbrekleri titrerken... Beni hiçbir ışığın altında görmeyecek o! Bildiği hiçbir ışığın! Çünkü ışığı yok onun!

Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok. Dilsiz şarkıcıları düşünüyorum da öylesine kendilerini kendi yağlarında kavuran varlıklar! Bıçaksız bıçaklıları, çölsüz çöllüleri, kumsuz kumluları... Çocuğun ilk hecesi: Acı, sonraki çift hece: Doyum. Yanılsama. Yanılsama!?! Bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. Hep karanlıkta düşünürler.

Doğmuş olmak bir referans mektubunu nereye ve kime götüreceğimizi bilememektir.

Ölüm yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız...

Açılmak,açmak. Göğe, yerküreye, suküreye, insanlara, düşünceye, geçmişe, gelecek ve şimdi'ye açılmak... dünyaya yönelik tehdit oklarına hafif bir tebessümle bakmak. Tebessüm güncel-geçici ile evrensel-kalıcı olan arasındaki ayrımı görebilmek ve özümseyebilmenin imidir.

''Nereye gittiğini bilmiyorsan, derin bir bağın yok demektir. Olsaydı öğrenirdin.''

Bu eksiksiz gediksiz kaydeden vücudun, bu anı deposunun tüm koordinatlarını belirleyebilecek, yaşarken sonsuzca, sonsuzca yazabilecek bir akıl.

Saklamanın kaydetmenin sevinci ve acısı.

Her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli.

Dilsizliğimi, uzam ve insanın eksikliğinin genliğinde öğrendim.

Çölgörmüş bir hali var.

Başkaldırmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?

Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?

Gerçekliğin benim düşlerimden bir ayrımı yok -Öylesine ince delikli bir ağ ki bu üzerimize kapanan, kapanan, kapanan, bu Kapan!

Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yokedilmeli.

Bu balıkhaneler bu kancalar niye varlar, yüzlerimiz neden yüz bedenlerimiz niçin balık öyle asılı dururken ve dönerken ağır aksak?

Bir tarafı Godard şantiyesi bir tarafı Altmann gölü bu garip mekanın ortasındaki ben Nilgün.

Godard çalışan işçilerin, devinen makinelerin üstüne aşk sözcükleri bindirirverir, çarpıcı bir karşıtlık/koşutluğu yakalayabilmek, gösterebilmek için. Emek-üretim-aşk-tükeniş.

Arzu yeterince varsa dönüştürme kolaylaşır.

İklim ve polis izin verirse çingeneler çıplak gezer.

Ölürken kahkahamı ona bırakacağım.



Böyle bir morla alçalttım sizi!



öyle güzel bir rüya gördüm ki.
öyle güzel bir bahçe, pembe beyaz ve daha önce hiçbir yerde görmediğim çiçekler.
bu, yanında olmanın getirdiği bir iyilik hali değildi.
bu, yanından bir rüya boyu uzaklaşmış olmanın getirdiği büyülü sarhoşluk haliydi.
bak nasıl da seviyorlar birbirlerini, geceyle gündüz gibi,
hiçbir zaman aynı yerde olamamak gibi...
''
kelebek demeyin bana
değilim bir kelebek
kısa bir ömrüm olmadı ki kelebek olayım
bence yaşlı bir çınar olabilirim ancak
belki gövdemde oyuklar vardır büyüdükçe büyüttüğüm
belki dallarımda sevdiklerim vardır
ne kadar sevsem de onları
sadece bir kısmının içeri girmesine izin veririm
belki derinlere girenler zaman zaman çürütür beni
belki de besler hayat bulurum
belki budanmak isterim zaman zaman daha da büyümek için
bazen de kuruyup gitmek isterim
ne kadar da severim kendimi zorlamayı
ben sert havaları sevenlerdenim
rüzgarlar tokatlasın isterim beni sarsana kadar
rüzgar ne kadar sert eserse ben de o kadar acımasız olurum
peki kendine bu kadar acımasız olan insan nasıl bu kadar şefkat bonkörü olur?
en merak ettiğim de bu, bunu nasıl yaptığım.




seni seviyorum
pikachu..
şimdi diyeceğim o ki; yanıldın küçük kadın.
sen sevmeye çalışırken, kendini hep haklı sandın.
evden kaçmayı ihmal ediyoruz çoğu zaman ve sokakların tek sahibi olarak üzerlerinde uyumayı.
gözlerinde küllerinin savruluşunu gördüm
o gün, dünün.
beklemek, yarını'dır zamanın.
yüzünden maviye uzanan çizgiydi anlam.
''
ama çocuklar kusura bakarlar.
kuşlar gibi.
hani taş atmıştım bir kez de küsüp kaçmıştı...

ben şimdi kaçamıyorum İnci.
ama büyüyünce kaçarım belki.
hani o mavi uçurtma gibi...
''
adı vardı, onun da herkes gibi bir adı vardı.
ama ben en çok,
ben en çok yüzünü telaffuz ederdim.
hatırlamadığım bir adı vardı,
ama zaten,
ben en çok yüzünü telaffuz ederdim.
bazı geceler öyle sırlanır ki, sonsuza dek siyah kalırlar.
'artık seninle biz, düşman bile değiliz.'
çünki, hep güzel kokmaktan yorulmuştu çiçek.
odanın kokusu,
sadece bir anlığına.


bu şarkıyı hiç anlamadın,
ve hiçbir zaman anlamayacaksın.


Tori Amos - purple people





saçlarıma tutunup yatağıma tırmanacak sandım.
uyandım. saçlarımı topladım.
yüzümden dökülen bin parça yüzün.
''sen de değilsin,
o da değil,
kuzey yıldızı daha uzakta.''
yüzünde yalanmamış bir zarf açıklığıyla güldün,
yüzündüm.
beklemek, adı mıdır zamanın?
dudaklarımın ucunda başka bir anlam vardı,
'haklısın' dedim o'na..
''melekler uçsun diye açmıştın pencereyi
bir değil, iki değil, çok atladım aşağıya..''
beni de yanlış öptüler abicim,
kalbimi yanlış yerinden böldüler.

sevgilim beni kalbimin tersinden bıçakladı,
sevgililerim kalbime tersinden pansuman yaptı.

kalbimin düzü ise hiç dokunulmadı.
hiçbir yüz sokulmadı,
henüz hiçbir güzü yaşanmadı,
abicim.
6.7.8



kutlu olsun.
en çok kemiklerim acıyor,
omurgam acıyor en çok,
en çok şu kaburgam acıyor..

madem kırdın, niye çiğnedin?
kemiklerim çok acıyor.
annem saçlarımı öpüyor,
annem ağlıyor,
annem sevdamı alıp ellerine benden öte seviyor.
sonra denize yakın oturup çay içtik seninle,
sen çayını yudumladın
ben gözlerini yine,
sırtımı rüzgara verdim ben
sen üşüme diye..
tüm haber bültenleri, tüm gazeteler, kitaplardaki tüm satır araları, tüm müşteriler,
tüm esnaf, tüm iş arkadaşları, tüm bahçeli, tüm taksiciler, tüm yerleşik halk,
tüm öğrenciler, tüm okul müdürleri, tüm dilenciler, tüm seyyar satıcılar, tüm babasız kızlar, tüm garsonlar
senden bahsetmiyor olsalardı eğer sevgilim,
belki o zaman sevgilim;
hepsine biraz kendimden bahsederdim.
''şimdi yürekte kuyu, kuyuda et kemik
.. ve yaralı yamalı bir çıkrık sesi..
seni ağladık aynı kahvenin köşesinde.. günlerden pazartesi..''
ah! Mabel...
''kimler geçerken içimden, bir sen vardın.. melekleri imrendiren..



hiç gelme.. gideceksen,
ürkek buz tanesi..''
''Çok iken bir şeydik, bir iken çok şey...
Acı biber turşusu yedik.
Otuz metre karede her şeyle çok seviştik.
Toprak sahipleri, çok uluslu şirketleri ve işbirlikçi yerlileri, çete sahipleri ve yalakaları,
baş ve bakanları, milletlerin bekçileri ve sürülerinin olduğu yerde yer kavgası vermedik.
Hiçbir yerdeydik...''


Kazım Koyuncu



şimdi her yerdesin, güzel adam, büyük adam, iyi adam, devrimci adam.
''
sol elimle sol elimi okşuyorum. pencereler açık..
etimin altında bir kurt var sanki.., sanki çilek tarlalarında oradan oraya kaçıyorum..
sanki sol elimden kaçıyorum.. uçurumdan kayıp kayıp düşemiyorum..
sonra her şey tersine dönüyor; bir dağ aslanı oluyorum. herkesi korkutuyorum.
duvarlara fırlıyorum, kilden tanrılarla oynuyorum.
sonra babam alıyor beni; elini etimin altına sokup kurdu boğuyor.
mandalina yemek istediğimi söylüyorum... bir çığlık daha istiyorum.
baba...

yıkılmayacak kadar yalnızım.
aşkın karşısında ölüp ölüp dirilen acılar için söz veriyorum,
sana henüz ölmedim, yaşıyorum numarası yapabilen herkes için söz veriyorum baba..;
boşuna tinerlemedim sokakları, boşuna durup durup kusmadım,
boşu boşuna küfretmedim orospu olan hayata.., boşuna ezberlemedim bu kurum tutmuş tarihi.. sen hiiiç duymuyorsun diye baba, okaliptüslerin altında ne çok çiğ birikti diye..
sil ellerim, sil seni.
''


umay
yokluğunda saçlarım paslanır.
yarim istanbul,
öpmeye geliyorum, gerdanından..
sesin büyüsün kulaklarımda,
sesinin büyüsü kulaklarımda.
kelebek diyorsunuz üzülüyorum,
melek diyorsunuz utanıyorum.
sevgilim;

bahçede dedemin gülleri açmış,
tıpkı gözlerin gibi duruyorlar kapının önünde.
sevgilim;

saat 05.03

gözlerimi gökyüzüne ilikledim,
seninle gözgöze gelmeyi bekliyorum.
sevgilim;

saat 04.47

göğün alabildiğince seni seviyorum.
''
seni öyle özledim ki, utanıyorum...

insan bir pinpon topuna, bir parça jelatine, taş zemini örten kilime,
vaatlere, yalanlara, iç çekişlerine inanabilir.
ve bir insan bütün bunlar için, belki sadece biri için ölebilir....
kabul etmiyorum.. orada oluşunun hiçbir mantıklı sebebi yok.

''



umay
''
gri geriliyor gökyüzüne
utancım geriliyor
boynumdaki kolye camdan kelebeklerini düşürüyor
uzaklardan yüzümüzü sökecek kadar güçlü bir hortum geliyor
o bile düşüremeyecek arsızlığı
öyle boka battık öyle güçlendik ki
bir kez daha yüzsüz kalacağımız kışa hazırız
bu kaçıncı ve son değil ki
ama ne
...
''



umay



''Ama konuşacaksak kapatalım bu bahsi, bir adamı sevmekten geliyorum.''




içten gelen bir şey bu yalnızlık
gri bir şey
parçalı bir şey
çoğalan bir şey
hatırlayan bir şey
hatırlatan bir şey
anlayan bir şey
anlatamayan bir şey
özleyen bir şey
bulamayan bir şey
bekleyen bir şey
olan bir şey
tükenmeyen bir şey
olumlayan bir şey
tamamlayan bir şey
...
''
bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra
nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden
yeniden yeniden yeniden
yeniden hazırlanıyoruz
sanki bir güzelliği ödüyoruz
belki bir güzelliği ödüyoruz.
''
ölürsem;

sebebisin.

''martı çığlıklarıyla bile olsa
yırtılan ipek bir daha dikilemeyecek..''
ne güzel yakışırdı bir suç ile bir suçlu, yanyana..
''hastayım, yorgunum, seni bekliyorum ve zaman akışta..''
''ölümü düşündüğüm günden kaldı bu hüzün
geç kalmışlığın telaşı..

koca yalanlarım,
hatalarım,
yollarım ve yıllarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..

umutlandıklarım,
umut dağıttıklarım,
akıl verdiklerim,
akıllı sandıklarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..

ölümün yüzünü gördüğüm gün
kimin elini tutup göçmek isterim?
bir sevip bin söz ettiklerim,
bin sevip hiç söz etmediklerim,
söz verdiklerim,
yapamadıklarım,

eksik olmayın
bir başka sefere yine beklerim..''
''yakanızdaki gül solmuş,
sarılsam üşür müsünüz?''
''birlikte ölecek miyiz?''
çok güzeldin.
sırf bu yüzden inanamazdım beni sevdiğine.
yüzümüzde henüz çekilmiş bir fotoğrafın aydınlığı var,
henüz birbirimize dokunmamış
, henüz birbirimizi terketmemişiz.
''seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını,
sürekli kılınamadığını,
çünkü aşkın yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu,
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü,
oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü olduğunu,

bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?''





birhan keskin

'daha nen olayım isterdin, uğur'suzunum senin...'
...
anlamsız bir kalabalık olacak sevgilim seni beklediğim meydanda,
tedirgin yaklaşırken sen bana
o anlamsız kalabalık durulacak, duracak..
şehir derince iç geçirecek,
köprüler biraz huzursuz kıpırdanacak,
trafik aksayacak bir iki dakikalığına,
yakınlarda bir çocuk gülmek ile ağlamak arasında gidip gelecek..
tüm bunlar öyle yavaş yaşanacak,
birkaç adım mesafeden yanıma uzanırken sen
geçmiş birkaç yıl zamanı tümden ağdalayacak..
sonra denize yakın oturup çay içeceğiz seninle,
sen çayını yudumlayacakasın
ben gözlerini yine,
sırtımı rüzgara vereceğim ben
sen üşüme diye..

geliyorum ben
...
sevgili uğur'suzluk..
pişman olmak için çok geç..
bu gece aynada gördüğüm kadını, çıplak gözle göremezsiniz.
bir gün kendime bu sebepten kızacağım hiç aklıma gelmezdi,
herkes için
her şey için
her gün için
ne çok fedakarlık yaptığım

n'için?



göz göre göre tükeniyor;
sağlığım,
sabrım,
güzelliğim.

''Gözlerini topla, ellerini de... Topla işte kendini alabildiğine.
Yoksa seveceğiz. Yoksa hep seveceğiz, biline.

Gözlerini aç, ama kapama o şarkıyı; izin ver içine biraz dünya karışsın.
Bir rüzgar kırabilir bir şemsiyeyi, gördüm. Sonrası yaşamak...

Sahi, tanışmak mı dediniz? boyayalım.

Ama konuşacaksak kapatalım bu bahsi, bir adamı sevmekten geliyorum.''






Pınar Kocabay
; Bir Kenara Bırakırsak Anlamı
götümüz büyük. dağlar devrik.
Akıncı-Sezenler;

o uzun dönüş yolunda,
askerliğinin ilk gününden beri
seni ziyaretlerin sonrasında, ben hep bu şarkıyı dinlerdim;
'ver, ver ateşe, ver bizi'

subay çocuklarının ve asker yakınlarının arasında o uzun dönüş yolunda;
Akıncı-Sezenler..

mavi kamuflaj her sevgilinin yakıştıracağından biraz daha fazla yakışırdı sana,
askerlik yakışır mıydı sorma;

postalların yara yaptığı topukların,
kafeste bir kuş gibi çırpınmaların..

yakınmaların,
dün gibi durur kulaklarımda.
hep aynı yerinden sızlar yürek,

ürkek ürkek..

'bigün yolda yürüyodum
bi şarkı duydum, kalbim acıdı

bu kadar.. '
''bak ne diyorum kefilim işte en utanmış halime
ne de olsa bir şairin kalbi ancak kendine kırılır.''
mutlu olmak ihtimalini yüreğimizin tersiyle itmişliğimiz var, bilirsin.
senin beni sevebilme ihtimalin zerre umrumda değil,
kendi yarattığın bir tanrıya inanmakla
kendi yarattığın bir şaire inanmak aynı şeydir.

senin de beni sevebilme ihtimalin zerre umrumda değil,
kendi yarattığın bir sevgiliye inanmak
tanrıdan harbi şair olmasını beklemektir.
bizim bu sabahlara inanmayışımız;
gecelerin hep karabasmasından,
gecelerin hep yaralara basmasından.
sevgilim..
okul bitti,,
karneler kırık dolu,,
geçmişimiz temize çekilememiş birer siktirname,,
parmaklarımız kokteyl olma yolunda birer molotof,,
bacaklarımız, birer isyan bayrağı gövdelerimizin üzerlerinde kıvrandığı bayrak direkleri!!

sevgilim..
yatağımız, çarşafımız, yerimiz, göğümüz öfke seli!!
sevgilim..
topuklarımız ensemize değercesine koşma, kovalama, yakalama, hırpalama, hesap sorma vakti!!

en sevdiğim şair, nezih bir acı semtidir şehrimde.
(şairler hastalıktan ölmez
şairler acıdan ölmez
'şairler yaşamaktan ölürler')

ben bize! şairlerden bahsediyorum
sense bana! yaşamaktan, gülmekten..
sevgilim..lütfen..
bisiktir
git
.
günaydın sevgilim.
hava güzel mi güzel
hafifçe kemiklerim sızlıyor
kırık bir öksürüğüm var, sigaradan
gün bir takım olaylarla başlıyor.

akşam olmadan siktir olup gideceksin
üzülmeyeceğim, kahrolmayacağım fakat
şu bana oku diye verdiğin son kitap
canımı fena halde sıkıyor.
sensiz bir ülke düşünemiyorum, ülkesiz bir sen düşleyebildiğim gibi.
sabah sabah fesleğen kokusu
gömleğinin yüzümde bıraktığı mavi bir iz
karabasanlarınla iyi anlaş
ben birkaç gece yokum
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
ve tanrı kıs kıs(sık sık) güler böyle zamanlarda
karabasanlarınla iyi geçin
ben önümüzdeki birkaç gece yokum
yatağının tersinden uyan, sigaranı filtresinden yak
şairler haksız çıkar bazı zamanlar
tanrının haksız gururu oluverir umutsuz insanlar
şimdi ben bir kabuslardan kabus beğen
sabahı hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben

seslerle konuş seslerle konuş seslerle
sor bakalım seslere bak bakalım orda mıyım
sanırım yenildik ama ezildik de
bütün orospu sokaklarda bütün park ve bahçelerde
insanların girmek istemediği bilumum mevzuda
ben kendimi en çok evlat mı öğrenci mi
yurttaş mı asker mi eş mi banker mi olarak
görmek isterdim bilmiyorum ama,
elimdeki elime küçük geliyor annecim sana söylüyorum
babacım sen anla.

yok koşmadık mı her yüz metresini acının
geri ödemedik mi depozitosunu son kiracının

yazın geldiği konuşuluyordur kasabada
sanki herkesin çıkacak bir yaylası var gibi
leş gibi ekşi ter kokusu ve kolumda kesikler
fucking life goes on ob la di ob la da
yemyeşil ekşi irin şiir suretinde cerahat
işin kötüsü kızarıyor ufaktan güzelim erikler
bana görünen yine mananın dibi en dibi
ve görünen o ki hiçbir şey vaat etmiyor hayat
bütün şehirler tıpkıbasımı bir diğerinin
sevgi çıkarmıyor lekeleri ne yazık ki annecim
sana söylüyorum babama sen anlat.

şimdi ben bir ölümlerden ölüm beğen
sözcükleri hiç mi hiç sevmiyorum şimdi ben.




zozan gemilerördü

Kirpi Şiir, Sayı:6

bir dize bana yardım etsin,
ellerimi bırakıp hadi git desin,
sırtıma uzanıp uzaklara itsin,
bir dize bana yardım etsin.
kendimi sana fazla sevdirmeyeceğim,
ben solmuş bir kadınımdır fazla gül'mekten
yüzüm bir perişanlık izidir yaşamaktan.

bilirsin kendimi sana fazla sevdirmeyeceğim,
aynı yola baş koymuş arkadaşlar durdukça
ve aynı yola sırt çevirmiş kaldırımlar uzadıkça
en çok kendimi yürüyeceğimdir.

seni kendime fazla sevdirmeyeceğim,
illegal bir kıraathanenin köşesinde
ziyadesiyle huzurludur yüzün
birbirini savaşır gibi sevilmektense.

bilirler,
aramızdan aynı yol geçer,
biz ise sırt sırta verememiş
ama aynı yola sırt çevirmiş benzerleriyizdir birbirimizin.

bizi bilirsin,
çerçevesiz gözlükleriyle
üzerimize diktikleri havalandırmasız hayatın altında
aynı yüreklilikle eziliriz.
gün boyu aynı halkın
bilmem kaçıncı boyun eğmişliği yürüyüp giderken üstümüzden,
bilmem kaç kez iç geçirip, kaç kez yüz çevireceğizdir.

birbirimizi fazla sevmeyeceğiz,
ama ne de olsa
aynı eğretilikle uzanacaktır
hayatın içinde gövdelerimiz.
evet o bendim. görmediğin duymadığın söylemediğin. sevgiler.
ülkem hakkında ne bilebilirsin ki?
iklimlerim hakkında ne bilebilirsin?
kırılıp kırılıp içime dökülen ırmaklarım hakkında ne bilebilirsin?
güzergahsız karayollarım hakkında ne bilebilirsin?

sevgilim hakkında ne bilebilirsin?
sevgilim ki;
dört mevsimin bir arada yaşandığı bir memleket kadar naif ve çokçeşitlidir,
sevgilimdir.
yüreğini öne eğdirmeyecek sevdalara yazdır adını.
soyadını yazdırma, sülalenin bununla hiçbir ilgisi olmayacak.
şınav değil sabah akşam acı çekiyorlar. çekmecemde bir ordu yetiştiriyorum.
her şey çok güzel olmayacak belki ama bir şeyler hep güzel olacak.
alışamadım.
gündoğumu sancıdır geceye.
insan aşıkken eğilir.
kendi elimle kıyarım,
zamana bırakmam bizi.
huzur; aranmakla bulunacak bir nimet değil,
nail olunacak bir mertebedir.
bugünlerde ben
sana verdiğim
tüm sözleri
tek tek
tutmuyorum,
sevgilim.

'penceremde deniz vardı' sevgilim,
bildiğin gibi değil.
keşke orada olmasaydım ben,
sen oracıkta uyurken buna şahit olmasaydım,
uyandığın ilk andaki kirpiklerinin çıtırtısını duymasaydım,
ellerimden önce sigara paketine uzanan ellerini tanımasaydım,
hemen sonra boynuma sokulan yüzünü defalarca okumasaydım,
hayli ayıp olmaz mıydı?

kşa.
şehrin en güzel öten kuşu benim mahallemdedir
ben, hiç yaşanmasa da olur saatlerden evime dönerken
şehrin en güzel öten kuşu bana
hiç yaşanmasa da olur ama yine de her şeye rağmen
insanlığımdan haber verir.
şimdi ankaraya yağmur yağmış sananlar; bütün gece ben ağladım.
bir kez olsun gel,
yüreğimi kendi elimle sökmeden,
bir kerecik olsun gel.
yapma yusuf! zamandan medet umma!
kim ödedi lan hesabı!? öyle kolay ısmarlanmaz hayat! p!
ben küçükken hiç öfkeden yaralanmamıştım.
ben bunca zaman,
öfkeden,
ben hiç,
kendimi kanırtmamıştım ben hiç öfkeden,
hiç kanmamıştım,
ben hiç kanmamıştım,
hiç kanmamıştım ulan!
acele gidin,
hayatımda sürünmeyin ulan
siktirin gidin!
ben hiç öfkeden katil olmamıştım,
beş para etmez çehresiz cüsselerinizi alın gidin,
beni ulan bi daha katil etmeyin,
beni söyletmeyin,
ulan cesetliğinizi bilin,
ayak altında sürünmeyin,
siktir olun gidin,
belanızı pisliğinizi üç kuruşluk sevginizi alın gidin,
ben böyle varlığın oluşunu sikerim.

çeksin ulan biri pimi.
dağılayım. dağıtayım yüzünüzü beraberimde.
seninle ben, ikimiz, hep aynı kaleye gol atıyoruz be yalnızlık.
götür beni,
bir zamanlar olduğun herhangi bir yere.
'oldu hayli zamanlar,
görmedim,
görmedim sevdiğimi..'
biz usanacağımız sevgilere sevda adı vermedik.
neden şairler hep bir acı nezaretinde!
neden şairler hep bir acı nezaretinde sevişir.
artık kalbim, artık.
şehrine yakışmayan adamı yüreğine
yüreğine yakışmayan adamı yatağına
yakıştırmayacaksın arkadaş!
biri bizi özetliyor.
kendimi bir ipin ucunda sallandırdığım zamanlarda
her gece daha iyi bir insandım.
siz masumiyetin kapılarını tek kalemde zorlarken
ne yazık, sizi sevmişliğimden utandım.

'savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta oldu; incelikli haytasın.
nüksederken raksına mahallenin maşallahı eyvallahı,
güzelleş be oğluuum!
şimdilik ölümüne kadar hayattasın!'




Kerimim.

unutuyorsunuz kardeşim,
gökyüzü gece bakmayı sevenler için mavi değildir.
günleri birbirine benzetir gibi yaşarız ikincil vakitlerde.
aramızda tutunamayanlar var.
şiirineşkıya!

4ŞubatCuma/19.00/KurguKültür/Akyıl/Akbaş/
şiirineşkıya!

4ŞubatCuma/19.00/KurguKültür/Akyıl/Akbaş/
körüklenmeyi bekleyen ateştir, devrim!
gittiğin kadar vazgeçilmezsin,
kaldığın kadar güzel.

gitme, Lavinya.
içimde garlar hıncahınç dolu,
kentler yalnız.
içimde gitmeye öylesine meyilli bir kalabalık.
kuşlar ne kadar da azimli,
tüm o çığlıklar, çırpınışlar..
şimdi en fenası,
yağmur yağarken sesinin gerisinde,
üstelik gecenin bu vaktinde,
seni artık sevmiyor olduğumu bilmek
üstelik gecenin bu vaktinde,
üstelik sesin yağarken yağmurun gerisinde.

her şeyi siktir et diyorum kendi kendime,
fırlat at bir kenara her şeyi
ve sadece seni alamam yanıma
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde.

nasıl da itiraf edemiyorum sana seni sevmediğimi,
seni fırlatıp bir kenara nasıl da siktir olup gideceğimi,
seni artık nasıl da sevmediğimi nasıl itiraf edemiyorum sana
her şeyi siktir ettiğimin şu gecesinde şimdi!

hani 'kuşlar bakımından uçarı',
hani 'çocuk tutumuyla beklenmedik',
hani tüm o şiirler nasıl da sen değilsin şimdi!

(sesin var ya senin,
hani yağmurun gerisinden gelir gibi,
hani yağmurun ta kendisi gibi sesin!)

kırmızı kurşun bir kalemle suratıma çizdiğim
ve içlerini iltihapla doldurduğum kitabeler senin için tüm yazabildiklerim şimdi.

senin için tüm çizebildiğim
üç harflik bir kelimenin hiçbir harfini doğru bilemeden
topu topu üç harfle ve ütüsü bozulmuş bir kalple asılan bir adam şimdi.

sesini al, yağmuru ver
git şimdi.

'nerede kalmıştık
oradan ağlayalım halimize'
şimdi sen sözlerinle bir taş atıyorsun içimdeki kuyuya,
düşmek bilmiyor.
gözlerinle bir ışık yakıyorsun içimdeki karanlığa,
aydınlanmıyor.



her şey hep eskiden güzeldi.
düşünmek, düşündürmek, düşürmek için, vakit henüz var.
ama vakit dar.
ama vakit var.
ben gördüm, ben duydum, ben kahroldum, ben akıl yetiremedim.
bağışlama insanlık bizi.
bizi bağışlama.
bir zaman oldu zamanlardan bir zaman,
ben durdum ve duruldum ve dedim; hiç olmadı bu yaptığın, zaman!
ah ulan!
seni ben öyle bir sevecektim ki;
ölüyken diriltecek,
diriyken yeşertecektim!

ah ulan!
öyle bir sevecektim ki ben seni;
göğsümden emzirecek,
sözlerimle büyütecektim!


ah ulan!
ben seni öyle bir sevecektim ki;
tenimle söyleştirecek,
ellerimle yineleyecektim!


ah ulan,
seni baştan sona öyle bir sevecektim ki!

ah ulan,
sen bu sevmeleri sevmek mi sandın şimdi!?

kanıma dokunuyor be kardeşim;
beni anlayacakları yerde sevdiler,
sevecekleri yerde anlamadılar beni.
siz benim bir derdim var mı sandınız,
sorsanız anlatacağım mı sandınız?
ulan belki anlatacağım bir sorsanız,
ah bir sorsanız,
bir uzansanız..
'ben böyle mi olacaktım?'
sevgili duvarlar,
ne kadar da yalnızız beraber.
'o gece ben olmayacağım.
utancımdan bakamadığım aynalarda
güldüğünüzü görecek
anlayacaksınız.
her gece birinin olmadığı gecedir.
gecelerinizi karıştıracak gitgide
olmayanlarınızın çoğalması.
benim olmadığımı duyduğunuz bir gece
korkacaksınız.
şimdiden düşünüyorum son kalanımızı
son gidenimizin bu gecesinde.
ama bir gece olacak, ortalarda bir gece
içinde siz de olmayacaksınız
ayrıca.'
''yaklaş bana, kimse hiçbir yere dokunmasın
bana sessizlik et, düğümle saçlarımı..
kimse artık hiçbir şey söylemesin,
kimse hiçbir şey söylemesin,
bana yalnızlık et, sen buzul..''
delirerek yok oluyorum, Tanrım!
bir şairin bir çaresizi sevmesi gibidir sevdamız;
kimi zaman sen şair, ben çaresiz,
kimi zaman ben şair, sen çaresin!
bir tokat gibi inse yine yüreğimin orta yerine sevdan!
sizi tenhalar sanmıştım ben,
oysa ortalık bir yermiş gövdeniz.

ıssızlık sanmıştım sizi ben,
oysa gürültünün ta kendisiymiş bedeniniz.


şimdi caddenin köşesinden atlasam bir cebeci dolmuşuna,
siyasalın önünde inip bir taksi çevirsem,
düz git abi deyip tırmansam mamak caddesine,
duraktan sola sap desem,
sonra altılı sokağı geç desem,
sonra yokuşa varınca ilerdeki sarı binanın önüne çek desem,
ya da desem ki sevgilimin koynunda müsait bir yerde indir beni abi desem,
neyse parası veririz abi desem,
aç abi gece tarifesi yazsın yine de sür desem,
bas abi ışığa yakalanma desem,
sevgilim şuracıkta abi yanlış sokağa sapma desem,
neyse parası versem,
abi beni müsait bir yerde sevgilimin koynunda indirsen?

yaşlıydınız elbet çünki yaşamıştınız,
yaşlıydınız fakat gözleriniz nasıl da yorgun bir gençlikle bakardı.
özleyeceğim sizi,
dinmez bir açlıkla seveceğim,
hasretle yadedeceğim doyamadığım güzelliklerinizi.
bu son kaybedişim olsun sizi,
hoşçakalın.
ehliyete tabi midir sevda?
benim özrüm var, görmezden gelir mi tabipler?
yüreğim son sürat atsa, yakalar mı mobeseler?
dört ayrı tabelanın sevgilimi gösterdiği kavşağa sürsem çevirir mi ekipler?

Mecaz-ı Orhan Veli


hani saçlarım üzerine dökülecekti ya, öyle bir kandırmaca işte.
sakarlık ediyor gönlüm.
siktirolup gitmek istiyorsam sebebi şehrim olamaz bilin!
sebebi cebeci olamaz,
sebebi kumrular olamaz bilin!

hikayeler bittiğinde karakterler dağılıp evlerine gitmez.
yazılmadığı yerden devam eder;
genç aşıklar ayrılır, mutluluklar biter,
genç kızla delikanlı hiç sevişemez, çocuklar büyüyüp faşist olur,
meclis erken seçim ilan eder, iktidarlar çökmez.
genç kızla delikanlı hiç aşık olmadığında, çocuklar hiç büyümediğinde,
halklar henüz göçebe olduğunda, hikayeleri hiç yazmamak gerek.
üzülüyorum bakın.
bir oyunu bir kez de yenilebilmek için oynayın!
çünkü götümüz,
hakikaten en baba dağları devirecek kadar büyük!
yüzüne saklıyorum
söz olup söylenemeyecek ne varsa.