_____o_____

Çalıntı hazların tohumu, ben!
Her sevişmeniz çalıntı dokunuşlardan ibaret,
Yağmadan arta kalan zevkleriniz,
Ve ben, son nefesiniz.

açelya

telefonu kapattıktan sonra gök gürledi, göğün bağrından bir bağırtıdır koptu geldi. buralara, bu şehre yağmur yağarken kadın, ben senin gözlerinin yağmurunda ıslandım bu sabah.

atamadığımız çığlıkların meyvesi de yenmiyor, öfkenin tohumları atıldığı yerde can veriyor, birer karabasan edası takınmış tüm neşeler. şimdi ben hiç üşümeden seninle ıslanıyorum yağmurun orta yerinde.

Su

tanrı bazılarımız için melekler yaratır, inanmak hiç de zor değildir böyle zamanlarda. melekler siz konuşurken gözlerinizin içine bakarlar, eğer yüz yüze değilseniz de sizi dinlerken önlerine eğerler başlarını usulca.

melekler önce size göz yaşlarını armağan ederler hiç çekinmeden, hayatlarının gizleriyle ödüllendirilirsiniz önce, sonra bir gece beraber uykunuzu paylaşırsınız, el ele uyursunuz farkına bile varmadan, çıplak ayaklarınızla sabahın serinliğini hissettiğiniz bir güne beraber uyanırsınız.

melekler dokunmaktan korkmazlar, mimikleriniz onlar için haritanızdır sizin, yüzünüze bakarlar ve elleriyle doğru yolu ararlar, size hiç ama hiç hissettirmeden kanatlarıyla sararlar acıyan yerlerinizi. her melek kendi adanmışlığında yaşar, kimselere göstermez kendini sizden başka, siyahlara sarar kendini, saçlarının ardına saklanır koca bir hayat boyunca.

ve rüyalarında özgürdür melekler, bembeyaz elbiselerine bürünüp ruhlarını rüzgara teslim ederler. ve rüyalarından tanırsınız meleklerinizi, hiç görmeden ortağı olduğunuz düşlerinde gizlidir beraberliğiniz.

tökez

her gün, her an bir şeyler öğrenmek için bakıyorum etrafa, gözlerim bomboş bakıyor, zihnim gördüğüm sahnelerle doluyor bakışlarım yakaladığınca. sessiz kalabildiğim kadar kayıtsız kalamıyorum, bakışlarımı boşalttığım kadar hislerimi geri çekemiyorum, ne kadar boş bakarsam bakayım, ta içimde hissediyorum. her an bir şeyler fısıldıyor kulaklarıma, öğrenmek demekten kaçıyorum, bilmek, olan bitene tanık olmak, varlığının bilgisine ermek gibi, her an bir başkasıyla yüzleşiyorum, ve bir sonraki an bir başka 'olmakta olanla'. çıkarımların sonu yok hayattan, yaşanmışlıklardan. farkındalıkların dönüşü hep bir cümleyle oluyor, uzun saatler zihninde tırnak içine hapsedilmiş bir cümleyle yürüyorsun ve ilerleyen saatlerde cümlen edinilmiş bir bilgi çukuruna dönüşüyor zihninin bir köşesinde. çukurlar açıldıkça açılıyor, çoğaldıkça çoğalıyor, yenilip yiten zihnin yaşlanıyor.


ve sen benim gibi değilsin çocuk, bildiklerin var senin, öğreneceklerin değil. kimseye söyleyecek bir sözün yok senin, sessizsin, sen farkına bile varmadan senden alelacele öğreneceklerim var benim. alelacele çünki sen acelecisin, gitmek konusunda oldukça acelecisin, bildiklerin konusunda ne kadar haklıysan, kararlarında ne kadar inatçıysan, gitmek konusunda da bir o kadar acelecisin. bir zamanlar çukurlarına bata çıka gezindiğim zihninin yolları kapalı başka cümlelere, gözlerin boş bakmaktan öte mühürlü görmeye, saçlarına kenetlenmiş ellerin, buhran anlarında omuzlarına dökülüyor saç tellerin. çünki sen yalnızsın çocuk, sen ve bildiklerin yalnız olduğunuz kadar kutsalsınız benim için, çünki sen biliyorsun çocuk, yalnızlığının sürüklediği kadar uzun menzilin.

'have a great fuckin weekend'



şunu da belirtmeliyiz ki; insanlar duygularıyla oynanmak için değil, birlikte duygularla oynamak içindir.

_____o_____

Dayanılmaz değil kalıcı,
Uçlarıma kadar uyuşuyorum.
Ağızda tat bırakmayan korkunç acı!
Bedenim süzüyor posanı,
Dışkı gibi dışarı atıyorum ardından kalanı,
Hissiyatımı çizip karışıyorsun hayata.
sikseler tatmin olmazsın, sallandırsalar ölmezsin, gıdıklasalar gülmezsin, bağlasalar durmazsın, konuşsalar duymazsın, kussalar tiksinmezsin, kesseler bağırmazsın, ezseler hakkını aramazsın, sahiplenseler ait olmazsın, salsalar gitmezsin, çağırsalar kıpırdamazsın, sövseler gocunmazsın, övseler üstüne alınmazsın, kafana kafana vursalar bana mısın demezsin, öyle bir yerdesin işte, sikseler umursamazsın.

fıssırık

bir yılbaşı gecesi kustuktan sonra oturup tuvaletin içinde uçuşan sinekleri izliyorsanız bu iyi bir şeydir, iç huzurunuzu yakalamak üzeresinizdir. yine aynı tuvalette işiniz bitmesine rağmen otururken, tuvaletten yukarı tırmanan sineğe üfleyip zavallıcığın ayaklarını zeminden kesmiyorsanız bu da iyi bir şeydir, ramak kalmıştır iç huzurunuza kavuşmanıza. ama zaten siz küçükken de karıncaları lavabodan topluyorsunuzdur, boğulmasınlar diye. bilmem kaç sene geçmiştir içinizin yellenip de huzurunuzu bilmem nerelere savurtmasının üstünden.

_____o_____

Göğsüm! Kanlı yarısı!
Yedin onu umarsızca.
Em, ıslat, ıskala arada,
Kanatarak ulaşamazsın bana!
Bütün bir çürümüşlük du(o)ygusu,
Kokusunu yanında taşıyan kendi kanım dudaklarında!
Göğsüm, kanlı yarısı!
Kus onu kucağıma.

Viskningar Och Rop,


bir kadın gözlerimin önünde acı çekti, bir diğer kadın hiç tereddüt etmeden acı çeken kadının ölümüne şefkatiyle eşlik etti, diğer iki kadın acı çeken kadını çekimser bakışlarla izledi, müdehaleden uzak soğuk bir ilgiyle kandırarak terkettiler diğer kadından farklı olarak, halbuki diğer kadının göğsünden şefkat akıyordu süt yerine. iki kadından biri vaktiyle kocasına ihanet etti, diğerini ise kocası hiç sevmedi. ve sonra bu iki kadın hiç acımadan birbirlerine yalan söyledi, yalan söylemekten öte sahte dokunuşlarla birbirlerini sevdi ve en gerçek halleriyle birbirlerini terketti. acı çeken kadın öldü, şefkat yetiştiren kadın yalnız kaldı, diğer iki kadın ise trajedilerine acı çeken kadının mezarında yer açtı. ve film bitti.

duy

bırak da dokunamasınlar kanatlarımıza elleriyle, bırak değmesin kulaklarına kelimelerimiz, bırak ulaşmasın hayallerine düşlerimiz, bırak yitsin bakışlarında gözlerimiz. bırak bilemeyelim tanrıyı bakışlarımızla, kutsayamayalım dualarımızla, yalvaramayalım tanrıya gözyaşlarımızla. böylesi çok daha bizden değil mi? anlatmadan yaşamak, dilemeden beklemek, görmeden inanmak, bilemeden düşlemek.