seni ne kadar sevsem,
az.
duvarların dili olsa,
onlar da susardı.
ağlamak isterken haykırışa dönüşüyor sesim,
bağırıyorum, daha çok
yüreğimin sesi elbet bu kadarı değil.
gözümün önünden silinmeyen sahneler,
acı çığlık tadı bırakıyor damağımda.
hafızam inadına daha gerçek hatırlıyor,
yaşanılandan daha parlak sahneler
ve hissedildiğinden daha keskin acı
her yinelenişinde hatıranın.
şakaklarımda biten kızgınlık
alnımdan süzülen ateş
ve gözyaşının dindiremediği bir hararetin
boğucu sıcağında nefes almak kadar yorucu.
her canlı bir gün haksızlığı tadacaktır.

ne yazık,
o ana kadar başkalarının haksızlıklarıyla avunacaktır.
cebimde taşıyorum seni,
avuç içi kadar boncuklarla bezeli bir aynasın.
sana bakıyorum, kendimi görüyorum.
ancak aynada karşılaşıyor yüzümüz
karşılaştığımız kendimiz.
sana bakıyorum, kendimi görüyorum,
gökyüzüne çeviriyorum, gökyüzünü,
ağaca suya çeviriyorum, ağacı suyu.

ve durduğun yeri odağı biliyorum aynanın,
odağın üstüne gelirsem ne seni ne de kendimi göremeyeceğimi,
iki odak arası mesafeden suretlerini yaşattığımızı birbirimizin.



senin için uzaktaki can..
böyle hayatın üslubunu sikerim.
''Beni bağışlamayacak birini arıyorum/istiyorum,'' dedi çocukbilge, bakışları mutlulukla ve neşeyle dopdolu gülerek. Gözlerinden aydınlık fışkırıyordu. Sonra ekledi, ''Geçmişinde çok çok sevdiğin, ama artık görmediğin üç kişiyi bana söyle. Evet seç ve söyle. Çok zor değil mi?'' diye ilave etti. Biraz sustuktan sonra konuşmasına şöyle devam etti. ''Evet, ben onu seviyorum ama onun bana susmayı, yani konuşmamayı öğretmesinden korkuyorum. Kimi zaman kendinden nefret etmeyi öğrenmek istiyor, neden kendine böyle bir fırsat veriyor anlamıyorum?''

Dokuz Öpüşen Balık
Çocukbilge o gün çok neşeliydi. Şunları anlattı etrafında dikkatle onu dinleyen yabancı yolculara: ''Hiçbir zaman tek başına bir 'yalan' görmedim; mutlaka iki ve ikiden fazla oluyor yalanlar. Yalan ya da yalanlar yalnız yaşayamaz.''...

Dokuz Öpüşen Balık
dün durur olduğu yerde,
yarın kendini tekrar eder,
gün uzanır;
dünden düşemez, yarına yetişemez.

dün düşündüm, bugün yürüyorum, yarın yanına varacağım.
küfür ile çıplaklığın terbiyeye kusur getirmeyeceğini biliriz efendim,
yeter olsun ki; bir başkasının çıplaklığına küfretmeyelim
yahut bir başkasının çıplaklığını kendimize küfür bilmeyelim.
nedir bu odaya yağan yağmur böyle,
köşelerinde büyüdükçe bu yatak,
neden ıslak?
ağlamış mıydım yoksa
ama az kaldı
yağmur suçu üstüne alacak.
annemin kızıyım ben bugün yine,
ağlamasın diye makyaj yapardı kendine.
fakat hangi yüz,
geçtiğimiz güz,
yüzü tanınmayacak halde terkedilen kız?
günah besliyor yatağın orta yerleri,
tasalanma köşelere çekilip uyuyorum ben yine.
uyuyamazken ise,
sırtımı dönüyorum gölgeme ters köşede.



dinle bak şimdi
hiçbir şair söylememiştir bu sözleri
ben de diyemedim onlar gibi
kursağımda asılı kaldın bir şiir gibi
halbuki ilk defa
ilk defa bir şiir eksiksiz yazılacaktı

egonuz açık kalmış, çirkinliğiniz görünüyor.
tenha akşamlarına ıssız bir öpüş kadar uzak,
düş değil ve fakat gerçek olmayacak.
soluğunu tutar gibi
parmak ucunda yaklaşır,
bir göz aralığından yoklayıp
dolu bir nefeste üflenen toz gibi uzaklaşmak.

usul bir gülümseme bırak köşeye, gecesinde gelip öpeceğim.
bitmemiş her sevişme,
paslı bir iğne gibi
doğrudan
doğrudan kalbe yürür...

söz bitimi gibidir
odanın her köşesi,
bir kuşatma büyütür...

Ah Mabel...
gördüm, duydum, söylemedim.

üç maymun
insan eli değdi bedenime; kanadı,
pişman değilim.

insan eli değdi hayatıma; acıdı,
pişmanım.
ve ben en çok kendimi seviyorum yine;

bir başka zaman tadamayacağım sabrını gençliğimin
ve acılarıyla oynaşan taraflarımı,
kendini kutsayan parmaklarımı seviyorum
ve boğulurcasına içine battığım huzurumu,

aşk yoğuruyorum kendi kendime.
sezdirmeden bakışlarında çırpınmak tüm sakinliğimle,

ve bugün yüzüne düşmesi gölgemin;
duymak için çırpınırken,
lal kesilmesi gibiydi tüm seslerin,
zamansız.
sen hüzünlenirdin
ve ben insanlığıma bakmadan kafa tutardım yeryüzüne.
sen mutluluğa bulaş
çekinmez kendimi sunardım tanrıya, şükranlarımla.
kaçmak istesen,
durmaz yol olurdum önünde.
sessizliği arzulasan,
kendi ellerimle söker sustururdum yüreğimi.

tanrının eli göğsümde,
bekliyorum şimdi, sen demeni.
gidelim annecim,
böyle olmayan bir yere gidelim,
böyle hissetmeyeceğimiz bir yere.
sen varsan böyle bir yer mümkün,
hadi gidelim annecim.
yoksun,
omuzlarım açık kalmış yine.
güzel sabah seni düşünmek için;
öylece uzanmışız yanyana,
ben gözlerinin tadına bakıyorum
içimi yokluyorsun sen ise.
kulaklarından öpüyorum senin gibi işitmek için,
seni özledim diyen ağzımı öpüyorsun sen de.
dokundukça sırtına, yollar yürüyorum yanındayken bile,
sırtımda uzadıkça parmakların kısaldıkça kısalıyor mesafeler ise.
yanımda olmadığın günleri toplayıp çıkartıyorum birlikteliklerimizden,
artıyor azalıyor umursamıyorum,
mutlak değerini alıp çarpıyorum seninle,
böylelikle sonsuza uzuyor.
güzel sabah seni düşlemek için.

sınır zorlaması ve bedene uyarlanabilen sanat, muhteşem.

margaret durow
benhayattayken
yarım yamalak, peltek ağzıyla kestane demesi ne de güzeldir bir çocuğun,
ve ayak bastığın her kaldırımı aşkla yürümek,
şehrine sarılmak,
havayı öpmek
ve hissedebildiğin her şey için şükretmek.
annenin rahmi bile kusmuşken seni,
ben içimde büyütmek için sevişiyordum.
anlamıyorsun beni değil mi?
ne istediğimi biliyor
ama ne düşündüğümü çözemiyorsun, öyle mi?
çünki şöyle söyleyeyim,
kafam da oram gibi çalışmıyor benim,
teklemiyor kafam ayıp yerlerim gibi.
çabuk bir masturbasyon kadar uzağımdaydın
ama ben inatla dokunmuyordum kendime.
olmadık zamanlarda hatırlayıp seni
ağlamayı tercih ediyordum,
tıpkı kendine her dokunduğunda
beni boşalman gibi.
bedavaya aşk var ister misiniz?
en karşılıksız olanından.
neden tereddüt ettiniz?
bedavaya et versek becermez miydiniz?
yemedi mi götünüz acısını,
etin tadının yanında?
bu kez ürkütüyor beni hayali,
bu kez kısa kesmiyorum kesiği
ve karnımın orta yerinden açıyorum kendimi.
önce dilinle derinleştiriyorsun deliği
ve rahmimi es geçip giriyorsun içeri,
çok değil iki gel git yetiyor doyumuna
ve daha titremen geçmeden ağzıma dayıyorsun kendini.
kıpırdamadan süzüp ağzına bırakıyorum tekrar seni
ve yine kendi kendini emiyorsun benimle sevişirken,
halbuki ikimizde biliyoruz tek bir deliğin yetmeyeceğini
ve biliyoruz kendini delsen bile içine girecek uzuvlarımın eksikliğini.
tek bir delikten sızan ışığın aydınlatmayacağını biliyoruz yatağımızı
ve bir tek delikte iki kişi kaybolunmayacağını
ve tek bir deliğin yetmeyeceğini aramaya diğerini.
çaresiz birbirimizin yasını tutuyoruz
ve temizlemeden kapatıyoruz tüm kesikleri,
bekliyoruz iyileşmemesini.
iyileşmedikçe sevişeceğiz kendimizi
ve iyileşmedikçe sevişeceğiz
kendimizi.

öptüm,
ardını öptüm bacaklarının,
ve sen biliyorsun işte;
izi kalır dudaklarımın
ve yakar nefesim değdiğinde.
gördün,
gözlerinle gördün;
yere basıyordu ayaklarım cehennem sıcağında
ve kendi cehenneminden bir cennet vaad ediyordu sana ellerim.
uyuyan hiç kimse kendileri irkilip uyanana değin uyandırılmamalıdır,
zira harikulade bir rüyanın içinde olabilirler
ve rüyaları mor olabilir.

şimdi beni her kim uyandırdıysa...
bir nilgün marmara şiirine 'boş' ve 'sabuk' tepki veren zihniyet blogumdan uzak dursun,
ilk kişisel isteğimdir,
saygılar.
şimdi siz bilmezsiniz,
iki küçük çocuktuk biz,
ışın kılıçlarımızla sözde kavga ederdik.
iki tuhaf ergendik biz,
hiç bitmezdi buhranlarımız ne de sevişmelerimiz.
iki koca insandık biz,
içki içer, saatler boyu sohbet ederdik.
iki ömürlük yaşlıydık biz,
fadime teyzeyle recep amcayız derdik.
şimdi siz bilmezsiniz,
eksik olmazdı yüzümüzden gülücüklerimiz,
ne de yüreğimizden sevgimiz.
yeri gelmişken;

düşünmek gerek,
konuşmadan evvel düşünmek gerek,
bin düşünmek gerek,
üzerine bir bin daha düşünmek gerek,
dahasını düşünmek gerek,
sözünü unutacağın vakte değin düşünmek gerek.
sevil ama bilme sevgilim,
vicdanın sevgimle ezilmesin.

ağlayayım ama duyma sevgilim,
yüreciğin üzülmesin.

üşüyeyim ama değme sevgilim,
ellerin de benimle üşümesin...
yalnızca hayatta kalacak kadar iyileşmeye çalışıyorum sevgilim,
niyetim elbet seni unutmak değil.
yerçekimsiz bir rüyada
ayaklarını yere çivileyen ağırlığın ızdırabını yaşıyor.
anlat bana derdim, anlat
anlat bileyim,
anlat bana derdim
anlat hissedeyim,
o'ndan çok o olmak isterdim.
anlat bana derdim,
gözlerinin gördüklerini anlat,
anlat bana
gözlerimi alıp oraya gideyim.

sarılırdı bana sıkı,
nefesine sığınırdım usul,
anlat bana derdim
anlat,
gözlerimi kapar o olmayı düşlerdim.

anlat bana derdim,
anlat,
bedenimi oracıkta pay etmek isterdim.
kendi çıplaklığına ağlıyor bedenim,
örtmüyor dokunuşların
ve fakirlik gibi yokluğu ellerinin.
Ve bir gecede gün be gün yeniden yaşamak yirmi üç senelik hayatını,
Ve bir gecede bir aşka indirgemek koca bir yaşamı,
Ve sağından girip solundan çıkmak duygularının,
Ve küfre bulamak 'dur durak bilmeden' hırpalanan yalnızlığını.
Ve şimdi günaydın sana koca şehir,
Günaydın o'nsuz sokaklar,
Ve günaydın sana bomboş gökyüzü.
bomboş şimdi artık koca bir şehir;
hiçbir kalabalığın dolduramayacağı kadar,
hiçbir sesin güldüremeyeceği gibi.
gözlerin güzel senin
teninin tadı başka
elbet acelecisin
dur denilmez ki
gözlerim kayıp benim
tenimin canı yanık
gidersen gidersin
kal denilmez ki
söz verilmez ki
kim gider, kaçı kalır
kim alır, kim kaybeder
kim düşer, kaçı dener
söz verilmez ki
yarının yorganında
yokluğun gururuyla
hoşçakal yalanıyla
söz verilmez ki



Umay

açık kalp ameliyatı

hepimize yeter bu aşk, aralık tut kalbini
üşürsen temmuz tut,
kar tanesinin yumuşacık süzülüşü gibidir sevişmek bu kalabalıkta
her aşk biraz yaklaşmaktır kansız bir cinayete
her aşk taslaktır, tasadır belki de
yalnızca 5'i olan bir saate bakıp bakıp
ağlamamaktır,
tutmaktır kendini boşalırken bile

kaybolan ya da ne bileyim güpegündüz çalınan kum saatidir,
çingene sesidir, hepsidir.
neşter girdi mi kalp guguklu saatin ötmesini öğretir zamana; hasrettir zaman
kırılan aynaya.
hepimize yeter bu aşk
neşter yetmez ama; tahta bir kazık, kızgın yağ
bir poşet tiner, yeni çekilmiş
ayak tırnağını yalamaktır
kapana uzatmaktır dilini
işlenmemiş suçları itiraf etmektir aşk

herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen
rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya
korkuluklara saygılı olun mesela, tırmanmayın direklere
neye yarar bu;
neye yarar ısıtmak dün ölen bir kadavrayı mor bir aşk uğruna

açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında
resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı
kayıp bir turuncu kokusu var havada

Altay Öktem
Ah Tanrım, bilirim;
Bilirim sevemezdin o'nu
Kıskanırdın sevgimi
İmrenirdin kuluna.
o adam ki en güzel şarkıların sahibiydi
sen ki o adamı çok severdin
o adam ki ölmüştü
sen ki ölümü düşlerdin
ölüm ki benden ürkerdi
ben ki korurdum seni
sen ki beni terkettin
ölüm ki bana kaldı.
sonbahar hüznünü kattı da geldi,
daha koca bir mevsim ağlayacağın var.
küllü kahverengi, kalınca bir perde,
kimin eli çekiyor bilmiyorum,
perdenin kornişte kayarken çıkardığı sesi duyuyorum sadece,
o aceleci ses,
o aceleci, kesik ses.
sesi duyduğum andan itibaren kapanmak oluyor aslolan,
kapatmak aslolan,
hiçbir önemi yok neyi kapattığının,
neyi görmediğinin
ve nereye kapandığının.
yumruk yap öncelikle elini, sıkı ve sert
araladığın ağzından sok içeri gırtlağına değene kadar elin,
tut eline gelen ilk boynu ve çek çıkar geri,
eğer sensen içinden dışarı çekilen
kendi kendini becermişsin,
başka bir yüzse eğer karşındaki
iyice bir sikilmişsin.
şimdi rahmine kadar itele o cesedi geri,
çürümeye bırak mesken bellediği deliğinde kendisini.
bir çocuk gördüm
bana doğru koşuyordu
bana koşuyor sandım
ama sadece bana doğru koşuyordu
dönmeyecek,
söz vermiş şarkılarıma bile.
dönmeyecek,
sözünü vermiş tüm sevdiklerime.

alışacakmış,
bilu öyle söyledi.

söz vermiş,
mabel'i de ağlattı benimle.
öyle boynun bükük otururken koltuğunda,
gözlerin dolarken
ve dudakların titrediğinde gülümserken

belki de ilk defa böyle direniyor omurgan seni ayakta tutmaya,
düşürme diyor
başını öne eğme,
damlamasın üzerime o yaş diyor,
ıslandım yeter,
üşüdüm yine üşürüm
ama kış, önümüz kış,
sarıl diyor
ısıt.
dönemez
beni ölür sanmıştı,

dönemez
buna alışacak,
dönemez
bana bir söz vermişti,
dönemez
bu söz tutulacak,


bu söz tutulacak.


Umay
tek bir hamleyle düşüyorsun kelimelerimden içeri,
akıp geçiyorsun telaşla gırtlağımdan,
haylazca değiyorsun yüreğime köşesinden,
kurnazca gülümsüyorsun gölgelerine izlerimin,
acımasızca saplandığın mideme, kramplar,
yel gibi süzülüyorsun akarlarıma,
kırmızıdan koyuca o dar yollar.
dara geliyor kaldırımlar,
sesi kısılıyor bir türkünün,
boynu düşüyor bir gülün,
yüzü titriyor bir sözün,
olmayacak oluyor,
düşmeyecek kalkamıyor,
bir düş yitiyor,
bir güz yas tutuyor,
söz gözden düşüyor,
yaş dudaktan.
sormayın,
o gecelere sormayın beni.

beklemeyin,
beklemeyin o gündüzler anlatmaz derdimi.
ve saplanıp kalmadıysan yüreğimin bataklığına ölesiye,

gözlerim,
bu gözlerim alıkoymadıysa seni yolundan,

sözlerime dolanıp da nefessiz, çaresiz kalmadıysan yokluğumda,

o parmaklarım düğümler atmıyorsa içine sessizliğinde,

gün geceye dönüp de göğsüme varmıyorsa düşlerin,

gitmişsin,
hem de pek bir hakikatli gitmişsin be sevgilim.
can havliyle boynuma doluyorsun ellerini,
etimi delip geçiyor tırnakların,
omuzlarıma değin sıyrılıyor derim,
incecik bileklerin ve asılısın boynumda.
öyle güçlüyüm ki;
tüm ağırlığına rağmen eğilmiyorum biraz olsun.
ama sen...
öyle kuvvetsizsin ki;
doğrultamıyorsun bir türlü kendini.
şimdi yürekte kuyu
kuyuda et kemik
ve yaralı, yamalı bir çıkrık sesi...



ah mabel...
ah güzel adam,
aç beni ve içime dokun yine.
omurgama kadar uzat ellerini,
omurgama değ,
ellerinin tutabildiği kadar sıkı tut kemiklerimi
ve sars beni,
yapraklarını dökmesi için kuru bir dalı sallar gibi.
içimde akmaya niyeti olmayan şu kanı hareketlendir,
doğrult bu bedeni.
Yürek dayanmıyor,
Tekliyor,
Tekliyor,
Tek,
Tek.
'suffer' means 'kadın' in turkish.
sıçayım sizin çıplaklığınıza,
mahreminizi saklayacak daha usturuplu bir yer bulamazdınız.

gözlerimi kapıyorum ve sarı yeşil bacak boyunda çiçeklerin doldurduğu bir tarladayım,
gülüyor ve yürüyorum
ama çıplak değilim, kahretsin yeterince çıplak değilim
ve bunu farkeder farketmez tarla kayboluyor.

birden hıyarlar görüyorum,
yeşil ve kalın, ısırsan sulu
solucana dönüşüyorlar,
solucan gibi kıvrılarak üzerime çıkıyorlar ve sürtünmeye başlıyorlar,
bedenimle masturbasyon yapıyorlar.

yine başladı,
uyumaktan korkma, kabus, çığlık, rüya, uyuma.

gözlerimi kapıyorum,
kıvrılarak uzayan kanlı canlı pespembe bir dil sarkıyor kutunun içinden,
kırık batıklarla bezeli ve içine kanıyor,
tek sebebi konuşmak,
susmamak tek sebebi.
duyarsız gözlerle bakıyorsun şimdi ölümüme,
kanattığın etimden emerken büyük zevk alırdın halbuki,
bir inleme alıp yürürdü dudaklarında
yaşayan hücrelerimde ıslandıkça.

ne yazık ölüyorum,
içime giremeyeceğin kadar kuruyum.
son bir düğüm boğazındaki;
asılmış da çırpınıyor.
kör olmak istedi ve görmemek,
sağır olmak istedi ve işitmemek.
örtse gözlerini, işitti
kapasa kulaklarını, hissetti
bildi yitirdi,
bilmek hiç istemedi,
bilmeyi hiç sevmedi.
sakın bulaşmayın,
parmak iziniz değmesin,
suçuna ortak düşmeyin.
huzursuz kahkahalarla deşiyor içini,
elinizi sürmeyin.

şeker anne

Bizim şarkımız haritada kayıp bir nehirdir
Bizim şarkımız kırık kalp fırlatan kız
Hayat geriye gelmez
O hayat bize hiç gülmez
Sen şeker kokarsın anne
Sırtıma değersin anne
Kelebekler ölürken anne
Pencereler kırılır anne
Kahveli göğsüne düşerim anne

Senin adın kederli anne
Sen hep şeker kokarsın
Senin adın yağmurlu cadde
Sen hep düşler kurarsın

Bizim şarkımız haritada kayıp bir şehirdir
Bizim şarkımız kırık kalp fırlatan kız
Hayat geriye dönmez
Hayat bize hiç gülmez
Sen şeker kokarsın anne
Sırtıma değersin anne
Kelebekler ölürken anne
Pencereler kırılır anne
Kahveli göğsüne düşerim anne

Umay Umay
fazla söze ne hacet.

ki söz arar gider ölür dirilir ne yapar eder sahibini bulur.
kendisi de şu anda şarkıyı dinliyor, iyi ki var.

buyrun siz de buradan duyun.

Bob Dylan - Love Sick

Çiçek Dürbünü Benzetisi İyimserce

...
Bakıldığında göz değirmisinden bir çiçek dürbünün
değil midir renklenme olasılıkları tabanında
görülen parçacıkların
yoksamak kurutan kısır umutları, geleneksel tanrıları, sürülerin çorak gerçekliğini
ve kanatlanarak yaşamak kendi dağılımında...

Kaydır elini hafifçe sağa ve bak
elin hafifçe sağa kaymıştır
(Bir gül bir güldür bir güldür bir gül)
Görünür ayrımı şimdi yenilenen renk konumunun.

Yürü dört adım, dört kez çevir sevgili kırmızı nesneyi (kırmızıydı ilk ve tek olan)
Bak görülene tutkuyla bak
dört ayrı kez dört ayrı cümbüş...
Sarıl, benzerlerine dokun...
Bir bilinmeyen nicelikte duyumlarının sevinci,
Benzeş özdekliklerine küçük, renkli bölünmüşlüklerin,
ne hoş, ne düzenli, ne dağınık, ne düşlenmez
yer değişimlerini!

Dizelerini sırala kendince kendiliğinden,
Oyuncağını yuvarla ve yaklaştır bakışını,
Uygun değil mi sözcüklerine kırıkların gözalan dizilişi kendince kendiliğinden?

Sorma! Ya bir gölge oluşmaz mı hiç,
hep ışık var mı oluyor camdan yüreğine akan duru, düzensiz kararlılık için?
Korkarak kırılmasından saydam nesnelerin
parçacıkların yitiminden, kapılmasından
Ötelerin el koyucu rüzgarın yetkesine,
başka coğrafyalara doğru.

Kov karaduygulu olasılığı bilincinin gücüyle
biçimleri kesikler yaratmadan tininde__
Yeni çiçek dürbünleri bul ertesinde düş kırıklığının
Gizlenmişlerse senden, kur öz yaratısını saflığının.

Geldiğince yüreğinden geçtiğince
yapıla benzerini,
Daha yetkin oluşlar özgül ayrımlar bekler seni uğraşında,
Şaşarsın dantel yüreğine
ince yeteneğine.

Bekleme bir anı gelsin kurtuluşun parlak renklerden ve
karanlık soyutta haz kırıntılarını düşlemenin,
sokak bilincine göre erince kavuşmanın.
O çocuksuluğun ayırdında olamayan
ve direnmeye karşın etkilerini zorbalıkla yayan kurnazlarca
huniler ve sinsilikle içirilen beklentiler...

Tüm hücrelerinle kus cellat yargıları!
Seslen sonra övünçle bir gelecek insanlığına
oynadığın eşsiz mikalarla!


Nilgün Marmara
ah elimde olsa,
açar şu göğsü salarım sizi;
yüreğim, nefeslerim.
ama öyle bir haldir ki;
siz bana tutsak,
ben size muhtaç.
gönlüm çağırmasa,
dilim söylemese,
izlerim bağırır ismini.
her biri bir gününü söyler,
her biri bir geceyi ağlar bağrımda.
Duvarları soğuk renklere boyanmış evlerde büyüdük biz,
Bundandı, her mevsim sonbaharı arardı gönlümüz.

Tavanları uzadıkça uzardı evlerin, katlanırdı baktıkça hayallerimiz,
Bundandı, uzakları bilmez, mesafeleri tanımazdı yüreğimiz.

Bir gölgeleri olurdu o evlerin, geceleri duvardan duvara koşan,
Bundandı yoğu var eder öyle severdik.

Gece, Melek ve bizim çocuklar

Bir geceler vardı orada, gündüzleri dert, orospular kendilerine kibarından orospu derdi, bir iş vardı bir sevişmek, satılmak vardı yoktu alınmak, sevmek vardı ölümüne öldüresiye, giden vardı gitme denilmez, gelenler baş üstüne, kabahat vardı hepsi de bir defalık, affın lafı yoktu hesabı kesik, bir geceler vardı kuytu, köşelerinde aşk kimin yüreğinden düştüyse.
-Geçmiş olsun...

-Geçmez yavrum, kolay kolay geçeceğe benzemez.

Melek
biz ki gözleri içeri baktık birbirimizin,
sözler karaladık uykularımızdan içeri,
güldük, gülüştük hüzünlerimiz içeri.
biz ki sevdik, dokunduk yalnızlığımız içeri.
Bir kesik atarım kendime,
Ya akar, kanıma karışır yiterim,
Ya kurur, izine bakar gülümserim.

Bellek Üzerine Pencere (I)



Başka bir denizin öte kıyısında, başka bir çömlekçi geçkin yaşlarında işten el çekiyor.
Gözleri buğulanıyor, elleri titriyor artık, veda vakti geliyor. O zaman başlangıç töreni gerçekleşiyor: Yaşlı çömlekçi genç çömlekçiye çıkardığı en iyi işi sunuyor. Kuzeydoğu Amerika yerlileri arasında gelenek böyle emrediyor; giden sanatçı ustalık eserini başlayan sanatçıya teslim ediyor.
Ve genç çömlekçi bu mükemmel küpü izlemek ya da örnek almak için saklamıyor, onu yere vuruyor, bin parçaya ayırıyor; sonra parçaları toplayıp kendi kiline katıyor.



Eduardo Galeano ( Yürüyen Kelimeler )
ah be güzel,
ben değil miydim esirgeyen seni başka gönüllerin zahmetinden?

ah be güzel,
sakınan seni ben değil miydim başka koyunların hiçliğinden?

yarım yamalak bir uyku gözlerimde,
çekindiğimden üzerine düşler görmeye.

ve bir de çekinirim bilmeye,
asıladursunlar körolasıca sorular içimde.

Ah, Bana Yazılasıca Şiir

Yazmam Daha Aşk Şiiri

Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydın karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu

Dünyanın en güzel kadını bu oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmazdı ki
Kan kadını rüzgardı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu

En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı

Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktır tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan


Cemal Süreya (1957)


Halden anlamıyor ne Edip ne Süreya,
Ne zaman otursak masaya,
İçmeyeyim şu sigarayı diyorum,
Yakıyorlar birbirleri ardına.
Sen aşıksın, görmüyor gözlerin, kör olmuşsun dediler o'na.
Bilemediler oysa, o aşıktı, o'nun gönül gözü açıktı,
O gördüğünü duyuyor, duyduğunu biliyordu.

Lady Stardust



''Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Ve geceleri gökyüzüne bakarsın. Her şeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. Belki böylesi daha iyi. Yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. Böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin...''


Oku dedi sapozhkelekh, okuyorum. Sen de Lady Stardust, haydi, sen de okuyorsun.



















Beautiful One ile başlıyor olay.


Aynaya bakacak yüzümüz kalmayacak yakında;
Değer verdiğimiz her şeyle birlikte kaybediyoruz yavaş yavaş tüm suretlerimizi.


Öyle güzel bakan abiler, böyle güzel albüm yaparlar;
Taking Me Away olur, These Living Arms olur, The Halcyon Days olur, Samsara, Chimera olur.
Dahası da müzikhaliyetiyle birlikte linkte mevcuttur.
Sevgiler.






















Ve her gece yalvar annene, okkalı bir tokat indirmesi için suratının orta yerine,
Eline al öfkenin dizginlerini ve bırak yine,
Reddediyorsan bu durağanlığı
Bir tokat da sen indir yüzüne ve içine dola ellerini, çek çıkar gafil avlandığın yerlerini, acıma tekmele.
Boşluğa açılan balkondan aşağı tükürüyorlardı, konuşmadan. Kızın yüzüne bakıyordu ara ara bir şey söyleyebileceğini düşünerek, sadece gülümsüyordu o ise, belli belirsiz. Sessizliği fazla uzatmadan sordu kız;
-Bir trajediye şahit olmak ister misin?

Düşünmeden cevap verdi çocuk;
-Hayır.

-Öyle ise gözlerini kapa.

hiçbiryer

hadi,
hiçbiryer'de uyuyalım bu gece,
hiçbiryer'de çöksün düş bu gece üzerimize,
o sözsüz şarkının sesi olsun rüzgar bu gece,
hadi güne uzanalım hiçbiryer'de,
iplerin üzerinde yürüyelim,
yetmedi iplere dolanalım bileklerimizden yüzümüze,
bekleyelim yine de anlatsın bize öyküsünü duvarlar,
o kızla o genç sevişsin yaprakların üzerinde,
bizse kutsayalım aşkı gözetleyen gözlerle,
düşlere imrenelim yine,
yıldız tozlarına bulanalım baştan aşağı,
ağlamaya doyamayalım ve gülmeye,
ve dönelim dönelim dönelim,
kucağına düşelim gerçeğe başkaldıran hayalin,
tam da orta yerine.

bu a ve bu da b

başıbozuk gelişi,
yorgun yüzünden belli olmamışlığı,
duygudaşlığı gülümsemesinde gizli,
ağzıbozuk cümleleri,
kaçırdığı gözlerinden belli ilgi-siz'liği,
uygunsuz cevaplarında denk düşmemişliği,
ahlak değmemiş gözlerinde gezer en içtenliği,
küfre bulanmış dilinde gezinir yalnızlığı,
toza bulanmış saçları gibi dağınık düşünceleri,
daha giyerken yırtılan gömleğinden sarkıyor göğüsleri,
o'nun en sevdiği,
gözlerini mercek edip güneşe yaktığı düşüncelerini,
o tepeye çıkıp,
savurduğu küllerini.
Ve seviştiğimiz tüm günleri geceleri yeniden sevişmek istiyorum tek bir gecede ve tek bir gecede boğmak bedenimi ezen sessizliği.

Çoğullama




Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize
Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz
Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor - acaba?
Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz
Biz ne garip ''iz''leriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz
Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: Yaşamak
Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz.

Edip Cansever ( Çoğullama / Umutsuzlar Parkı )

Umutsuzlar Parkı'ndan girdik, Tragedyalar'dan çıkacağız, daha çok Cansever yazacağız.

çizen; kevaşe
Çünki ağızdan çıkan söz artık kendi iyeliğine sahipti
Ve dönüp o ağzın yüzüne bile tükürebilirdi.
Kelimelerin, duaların, düşlerin, bakışların, gülüşlerin en içteni, en güzeli, hepimizin olsun, olsun olmasına da, sapozhkelekh senin yüzün çok gülsün, günlerden bir gün bir iftar sofrasında karşılaşmak kısmet olsun. Haydi günaydın, hayırlı olsun ramazan, bol keseden mutluluklara, anlayışa, insanlığa, kabul olası dualara, yaşanılası hayallere gebe olsun. Sevgiler.

sapozhkelekh
düş dileyen kadın,
uyku tutmazdı gözlerini.

düş bileyen adam,
uyku bürürdü gözlerini.

düş kollayan çocuk,
uyku yeşerirdi gözlerinde.

düş ağlattı gözlerini,
bir yüz görümlüğü düş güldürdü.

yer bildikleri düş,
kırk kanat yolu uzakta düş höyük.
ah,
serseri dokunuş.
koynun çok sığ boğulmak için.
hangi uçtu canlı olarak son uğradığımız?
ve hangi dipti tek parça aramayı akıllarına getiremedikleri?
hangi derine çok dalmıştık batık rüyaları gördüğümüz?
kaçıncı metresine denk gelmişti vurgun kabusun?

bir kıyıya fazla yaklaşmıştık,
adını hatırlamıyor hiçbir düş.
hangi kenardı uğradığımız,
boşluğuna imrenip, kendimize delikler açtığımız o çukur?
düş hafızasız,
manidar düşüşümüz kadar tarafsız
ve rahatsız,
sonunu tek parça karşılayamayacağız.

God is dead,
We get to sleep tonight,
Walk with me into the truth,
Out of your lies.

Man equals woman.
I'm just a messenger don't shoot me down.

The army, so faithful,
The killers of reason,
The grief for the crown.

The stupid, the proud,
They blow our houses down!

Exalt yourself,
Do it to stay alive.
Serve your duty,
You must demand, they must abide.
Queer is the universe,
Habit the liberty, destructive in time,
Hunt down your future
and everything you know is not enough to survive!


IamX - Kingdom Of Welcome Addiction

Ateşli Kolaj

...
Bir de kendinden geçercesine ve doymazcasına sevişenler ve bir birayla, bir sevgiliyle, bir cıgara paketiyle, bir mumla doyanlar, yataktan aşağı düşenler ama durmayıp yerde devam edenlere* şapkanı çıkar en azından. Hayatın bitmez tükenmez sayıdaki ara sokaklarında, ucuz otellerinde, kundaklanmış eski hanlarında ve kanamalı bir gecenin sabahında yarasına tütün basan kasabalarda karşılaştığında; şapkanı çıkar.

Bu gece yanımda kal. Hala bir yanım kaldıysa sana temas edecek, sana ıslak bir geceyi ikram edecek, bir enjektör dolusu kanı göbek deliğine doldurup yalayacak bir yanım kaldıysa; yüzünün sana ait olan kısmını al, şapkanı çıkar ve gel; yanımda kal. İstersen yalan söyle bana. Ama içtenlikle yap bunu. **

Koro aynı şarkıyı söylüyor ve biz göktaşı kadar uzağız kendi gerçeğimize. Aynanın karşısına geçip saçımıza bir avuç jöle sürmeye kalktığımızda dilimiz sürçüyor, yetmedi; kaşlarımızı traş etmeye çalışsak bileğimiz burkuluyor. Berbat bir yağmur başlıyor içerde. Bütün şemsiyeler delik deşik, çünkü berbat bir yağmurdan korunmak yasal değildir. Çünkü berbat, kötünün düşmanıdır.***

Küçük bir çocuk kuşlara yem veriyorsa, Mahmutpaşa'da bir çırak atıp sırtından çamurlu koliyi gökyüzünü tırmalamayı seçiyorsa, matematikten pekiyi alan bir öğrenci 1-A sınıfının sıralarına benzin döküyorsa -ki bunlar oluyor şu anda- yanımda kal.

Bilirim, iki elin kanda da olsa o çocuğa o kibriti götürürsün sen.

Beni unut. Yalnızca ateşi hatırla. Erdemli bir yangını çıkartan her çocuğun sığınacağı kadar geniş, kırmızı bir yüreğin var senin.

Unutma, hiçbir sistem yıkılmayacak kadar güçlü değildir ve aşınmaz değildir insanın derisi.

Allen Ginsberg*
Depeche Mode**
Boris Vian***


Altay Öktem (Hayat Bazen Çentiklidir)
nefesini tutar gibi zamanı tutuyordu ciğerlerinde,
geceden ayrılmaya yeltenen gün zorluyordu göğüs kafesini,
acıyordu eti harekete yeltendikçe saniyeler,
bileklerinden asılmıştı an göz bebeklerinin derinlerinde,
gece güne dönecek,
an iplerini çözecekti göz kapakları yüzünü örtse,
kırpmadı gözlerini,
zamanı boğdu nefesiyle,
saniyeler etlerini deldi geçti
ve can çekişti gün gecenin gözleri önünde.

...
Senede bir gün denir, ama değildir, bazı mahallelerin her günü bahardır niyeti gerçek olana. Güneşli ilk cümleler buralarda kurulur, uzayıp gider, trenden, yelkenliden, açıkdenize varır. Gidişi, dönüşü hep ilk sıçrayışına benzer. Tasfiyeye dayanıklıdır, paketlenip gözden uzak köşelere taşınmaya direnir. Zorla götürülürse de onları da kendine benzetir. Bir göz kırpmasıyla şenlik çadırı kurulur. Coşkuya kendini bırakanların sözü, hikaye gizlemek zenginlerin işi diyerek başlar, güneş doğana dek tükenmez.

Pelin Özer ( İz 2009/3 )

Geriye Dönüşsüz

Her yüz kabulü parçalanmayı çağıran eliaçıklık,
ama,
Yüzüm yanındadır seninkinin, sırlı camın değerbilirliğinde,
İmgeleriz birbirimizi içsel yakarıyla, bilirim.
Sakınmayla ertelediğimiz, gecikmiş an,
Kurtulsun dilerim kuşkudan; sorusundan gerçek mi, gerçek mi?
Budur çünkü kesen elleri, göğümüzü şaşırtan,
Alıkoyan yağmur kokan otlardan bedenlerimizi.
Budur sorgulayan özdeş isteklerimizi, bağlansın mı bağlansın mı bebekliğe?
İçinden geçmeyi seçerken bir durallığın,
Ürkünç devinimine zincirleme korkusu; o esriten kızıl değişimin.
Şimdi gözyaşı ve endişe küplerini gizliyor aşk, kanadında.
Bilemediğimiz ayin, şarkılarını bekletiyor dil için!
Kaçtığımız her kare duvarına ekleniyor yuvarlak avlunun, üçgenleri yok ederek sonunda tutsak edileceğimiz!

Nilgün Marmara
İçine sıçmak için eşelediğin toprak gibiyim
Tırnaklarını göğsüme her batırışında kan kaybediyorum
Can damarlarım göğüs uçlarım
Ağzın içimden daha ılık, alabildiğine ıslak
Kendi kendini emebilsen beni çoktan terkederdin
Henüz haberin yok ağzının tadından
bir gülün kokusunu alıp burnuna, taşıyabilirdi öbür ucuna dünyanın.
şimdi ise, bir gül yalnızca durduğu yerde kokuyor.

gül çocuk

purple people

şu dakikalarda kafaya dikmeye hazırlandığım X-M DİET solüsyonun yaratacağı etkiyi yaratabilir boşalmayı arzulayan zihinlerinizde. dinlemeli, sabahlara kadar dinlemeli, mevsimler tüketmeli, dinlemeli.

tori amos- purple people

saklımdasın

evet işte o fotoğrafta boynundan süzülen damlayım,
annenin eliyim, babanın göğsünde can bulan,
uykularına kattığın o turuncularım,
o manzarayım gözlerinde can bulan,
babana sarılan kollarınım,
ablana gülen gözlerinim,
dallarının arasında kaybolduğun o ağacım,
o ellerine aşık olan kadınım ben,
senim.
kulaklarımda çınlıyor sesin;
kelebek...
içimde yankılanıyor yokluğun,
neredesin?
zihnim çıkmaz,
sokulma mahzenlerine.
derdim ağır,
dokunma derinlerime.
tenim delik,
sığınma izlerime.
ellerim yetim,
kapanma avuçlarıma.
suskunluğum sen,
ol gel sözlerimle.
ufalanıyor, evet
bak başın yine dönüyor
dumana ara vermedin üstelik
kırılıyor, her küçük parça kendi içinde yinelenerek
ayaklar altında bırakılmış bir repertuar
hadi en baştan dinle tüm şarkıları
sıralarını es geçmeden
tabi kolay
çöpten bir adam çizip sırtına kanat kondurmak da
başını hare ile taçlandırmak da
kelime kelime katlanıyor huzursuzluğun yazdıkça
hayır sözler ahlaksız
sözünü geçiremediğin kadar gerçek
bir nefes daha çekmeye yeltenmediğin sigaran kadar sonlu
türediğince sonsuz
beklediğince yılgın
konuştuğunca anlamsız
sustuğunca sahipsiz

hissetmediğin kadar yitik
bıraktığın yerde arıyorsun acıyı
hissettiğin yerde yeller esiyor
silik
algıların aç
algıların 'savunmasız'
hep
ne idin, ne olmadın
aç kaldın
hep sen kaldın
istediğin boy ölçüştürmek
vücuduna kazınmış onca izle
hissettiklerini kapıştırmak
duyarsızca
birbirlerine savurdukları küfürleri dinlemek
yinelemek arsızlığını
titrek
yüzün akıyor
makyaj tutmuyorsun
beğenmiyor hiç bir son farkındalığını
o sona doya doya sahip olamayacaksın
ne ki
hiç bir son sana doya doya sahip olamayacak
bırakmayacaksın küllerini bile
daha yaşarken savuracaksın
yakmadan
iz iz
...
veda etmeden gidilmez çocuk
bu vedadan sayılmaz çocuk
bir melek ölürken
böyle sessiz durulmaz çocuk

sustu içindeki
yorgun yüzündeki
düştü elindeki
öldü
bir melekti
...

Şüpheli Şarkının Şairi

çeşmim, çarem, çarmıhım
cümlen kopkoyu bir bıçak sırtında yana yana sevişmeye benzer
sihrim, sahim, sarhoşluğum
hücren kan kırmızı bir güneş batımında üşüyerek sevişmeye benzer
gel yetimimden bir kez ısır beni
gel yittiğimden savur tekrar bul beni
ben mahremimden bir cam çocuk yontmuştum sana
bir bahar vaktiydi, hamdım
titredim dalında duysana
şimdi yürekte kuyu
kuyuda et kemik
ve yaralı yamalı bir çıkrık sesi
seni ağladık aynı kahvenin köşesinde
günlerden pazartesi

Mabel Matiz

Duruyorum ve kendi etrafında dönüşünü izliyorum; ''dönüyorsun ve çevrende yıkılıyor dünya, birbirine giriyor evler, sokaklar, ağaçlar. Beyazlıklar, mavilikler siliniyor gökyüzünden, yerini alıyor alacalar, kaplıyor her yeri, vücutları kaybolmaya başlıyor insanların, geriye başıboş hayaletler kalıyor yanına''. Dönüyorsun ve öyle bir girdap yaratıyorsun ki kendine, durduğum yerde duramıyorum, alıkoyamıyorum, dalıyorum girdabın içine. ''dönüyorsun sadece, sadece dönüyorsun ve yıkılıyor ölüyor dünya''..
Günaydın;
Dört mevsim üşüdüğüm,
Dört mevsim terlediğim,
Dört mevsim uyuduğum
bir günün ardından günaydın.

Gözlerimi dolduran,
İçime bağıran,
Yüzümü güldüren bir sesle günaydın.

Kış.










'düş çocukluk' besledi 'diri güzellik' i,
'diri güzellik'e gerçek değdi,
'diri güzellik' 'yaşlı ifade'nin ardına gizlendi.
bağır
bağır
bağır
sözlerinin gözüne bağır
özüne tükür gözlerinin
sözüne küfür karıştır
küfrünü yüzüne bulaştır
''Sonsuza dek seninle aynı gökyüzünde uçmaya cesaretim olacak..'' diyor.

Sezgin Alkan
tapıyorum

sen gibi baksın gözlerim
sen gibi göreyim
senden öte güzelliğe değmesin
bilmesin senden öte

ah!
olmayayım
bir adım gerinde kalmak nedir bilmeyeyim
düşmeyeyim bir nefes ötene

içime değdiğin yerde mührün
sönmesin alevi
düğümledikçe kör düğüm
senden öte çözülmeyeyim

bakmam, görmem, duymam, bilmem
olmadığın yerde
redd-i müdafa

zırhım sesin
iştahım nefesin
çoğaldıkça seninim
senim
etmediğin bir vedanın devamında yaşanacak her şey
mide öz suyun burnundan gelirken
ağrılı kramplar düşüncelerini vuracak tek tek
kan gelecek parmak uçlarından
sızısı dinmeyecek
Yok denecek kadar yakınımda olma sakın;
Uzak ol,
Uzak ol,
Yokluğunla kutsayayım varlığını.
Bakışlarımı ıskalayacak kadar yakınıma değmesin gözlerin,
Önce bedenimi sil,
Bilmeden sev beni.

Ben yanmasam, Sen yanmasan...


(karikatür; Turhan Selçuk)
doğuramayacağın bir ölümün sancıları bunca sarsmamalıydı bedenini,
bunca kolay dile düşmemeliydi ölüm,
bunca kolay sızmamalıydı düşlerimize.

bunca büyük bir ağrıyla sıvanmamalıydı yaşamın,
bunca uyuşuk nefese esir edilmemeliydi zihnin,
bunca düş ziyan edilmemeliydi.

şimdi düşlerimde soruyorsun,
neden bizim ölümlerimiz gri? diye.

sessiz kalıyorum düşlerimde,
ama bak diyorum işte;
çünkü hayatlarımız siyah bizim,
ve bembeyaz düşlerimiz,
geriye bir tek gri kalıyor ölüme.
saçlarımı örüyorum
parmaklarımı kesiyor saç tellerim
bu çektiklerim nefes değil
her solukta bileniyor dilim
parmak izlerim
küçük kıvrımlar
kan yatakları
saçlarımın ucundan damlıyor nefeslerim
soluğum kırmızı
soluğum sesim
sesim sessiz
sessiz bir nefesim
kırmızı bir izim

Gece Gündüz

Nerde, içinde mi oturur sözcüklerin,
Cebimde gezdirirken düşürdüğüm tanrı?
Ondan etekleri kaldırıp bakıyorum.
Bakıyorum bir leke, bir çalgı sadece!
Ondan çalgılar çalıyorum gece gündüz
Bakıyorum, ne yeteri kadar ağacım,
Ne çakılım, ne insanım yeteri kadar.
Türlü giysilerle çıplağım, üşüyorum.
Bakıyorum yalnızım, bir türkü sadece!
Ondan, ondan işte bu türkü gece gündüz.

Oktay Rifat




Nerde, sözcüklerin içinde mi oturur tanrı?
Düşerken dünyayı acıtan bir yanı var,
Ondan sözcükler bunca üzgün, kıvamlı.
Bakıyorum bir pıhtı, bir seccade sadece,
Ondan duaları susuyorum günde beş vakit,
Cebimden düşen bir tanrıyı suluyorum!
Aslında ne suyum, ne ağacım yeteri kadar,
Ne taşım, ne insanım, ne de gökyüzü.
İstesem ben de sorardım sarı çiçeğe,
Çıplaklığım sizin için ciddi bir engebe.
Yalnızım, bir suyun sesini duyuyorum,
Ne taşım, ne insanım yeteri kadar.
Ondan, gece gündüz içimde,
Ondan, ondan işte bu yeşeren endişe.

Altay Öktem

(yasakmeyve ekim05)(büyülü bahçe)
dilin öncelikli görevi susmaktır.
Geçkin bir vicdan vızıltısı,
Çürümüşlük kokusuyla yıllanmış bir pişmanlık,
Hayallerindeki gibi saçlarını savuran değil,
Tutup saçlarından sürükleyen arsız bir rüzgar,
Cenneti olduğu gibi hayal edebilenlerin cezalandırıldığı cehennem,
Tanrı'nın özgürlüğüne öykünenlerin zindanı kör bir kuyu,
Tatlı bir rüyanın ortasında atılmış koca bir çığlık,
Dilsiz bir sessizin yüreğine saplanmış koca bir gürültü,


Ve hayat ve çağrıştırdıkları.
Tanrı'ya inanıyorum.
Ama ya O bana olan inancını çoktan yitirdiyse?
Olsa olsa simsiyah bir lağım faresi kadardır tüm ürkütücülüğün ölüm.
Olsan olsan rüyalarıma gireceksin,
Bense karanlıkta kızardıkça kızaran gözlerinden ürküp,
Elimde bir süpürgeyle üzerine yürüyeceğim.

Hayat,
Olsa olsa bir karakedi kadardır tüm sevimliliğin.
Bense uğursuz diyenlere aldırmadan pisilemeye devam edeceğim.
Eteklerimi toplayacağım bir yandan,
Bulaşmasın diye pisliklerin.
Doysun diye aç karnın,
Yemeyip, içmeyip, sana yedireceğim.

Sevgili hayat,
Ölüm ile seni birbirinize düşüreceğim.
hayat denilen boşluk adına yakışmayacak şekilde gürültülü. anlamlı tek ses duyamayacaksınız. bence kabarttığınız kulaklarınızı indirin ve sessizliği düşleyin.

Amnezifobi

...
Ben seni cehennemin kanyak niyetine içildiği yerde bekliyorum
İnecek kıyametse varsın insin
Biz göğsümüzde çelik döveriz her gece
Cennetse bir sirk dolusu hayvan konvoyu
Varsın ayakta yaksınlar
Tek lanet inmez dilimden aşağı
Öyle ya
Biraz küçük kesmeli nefret sütünden aşkı
...

Nur İpek Önder
(Karakalem May-Haz 09)
Yaşlanacaksın, yaşlanarak gideceksin, bir kaç yaş ya da yetmiş yaş, gitmek için yaşlanacaksın. Dans edeceksin, acılar içerisinde bir o yana bir bu yana kıvrılarak dans edeceksin. Yaşlanarak dans edecek, dans ederek terk edeceksin. Anlık gölgeler bırakacaksın rastladığın her ışığa, alındığı anda verilen nefeslerle sayılacaksın. Dans ederek gideceksin ay ışığında, gölgeni teslim ederek ay ışığına.
Sana düşen sadece susmak, bir hayat yaşanırken sadece çeneni kapalı tutmak. Sana düşen, gün ışığına öyle bir durmak ki, içine düşürmek tüm gölgeleri, en ufak parçasını dışarı taşırmamak. Durmak sana düşen sadece ama hissetmediğin yerde varolmamak. Susmak sadece sana düşen ama en tizinden tüm sesleri duymak.
Öpüyorum.
Öpüyorum göz kapaklarının en ince derilerini,
Bakışlarını ta dudaklarımda hissediyorum.

Duruyorum.
Duruyorum, nefesim yapıyorum soluğunu.

Uyuyorum.
Uyuyorum, düşlerim oluyor hayalin.
düşüncelerin bittiği yerde sen varsın çocuk ve düşüncelerin başladığı yerde de ve düşüncelerin dolanıp durduğu yerde.
kusamayacağınız bir mide bulantısıdır yaşamak, her nefeste biraz daha içinize birikir.
''Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!''

demek benim harcım değildir.

Koca gökyüzünde yapayalnızlığını ilan edercesine parlayan o 'bi başına' yıldızın adını Nilgün koyuyorum bu gece. Bu gece şiir taptaze, dolgun, koyu kırmızı bir gülün kokusunu taşıyor.

Ay Kovalayan

şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, yağmur yağdırmayan şimşekleri getiren bulutlar karaya çalan bir aydınlık taşıyor.
gecenin aydınlığı dolunayı bir kaç gün geçeyi gösteriyor, iç yakan bir yeşil kokusu hakim pencere önlerine.
caddelerde şiddetli bir eğlence hüküm sürüyor, kör kulaklarla notaları ıskalıyor yaşıtlar, hem cinsler, karşı bedenler.
ara sokaklarda sinsi bir huzurun sessizliği yankılanıyor, yere kadar uzanan ağaç dalları saklamasa kendi gölgesinden tedirgin olacak huzursuzlar.
şehir yer altından pislik yürütüyor, sezdirmeden gizledikleri var.
bu gece bütün şehri huzursuz bir uyku bekliyor.
az da olsa tereddüt ettiysen insan uyuma, kaybolana kadar Ay'ı kovala.
bu mezar güzelliğini neye borçluydu?
hiç bir ölü bu kadar çok ağlamamıştır, gözlerinden geliyordu bu güzel mi güzel çiçeklerin suyu.
ölümünden sonraki ilk doğumgünü. ölmüş bir kadının doğumgününü anmayacaktır katili. ölümden sonrasını merak edenler için söyledi bana bunları, sadece ve sadece yaşamamakmış ölmek. görmek duymak işitmek bilmek kadar gerçekmiş ama dahil olmak istediğinde ölüm denilen camdan duvara toslamak, her çarptığında kırılan parçaların elini yüzünü kanatması ve her seferinde acımak, dahil olamamak. kullanmadığınız bir arabanın arka koltuğunda sessiz ve yavaş bir yolculuğa çıkmak gibi, sessizce hayatın içinden geçmek, bir cam mesafesinden bilmek yaşamı.
Ve bir kadın terzisinin bizzat kendi tenini dikerkenki inceliğiyle parmaklarını ve bizzat kendini dilerkenki inceliğiyle özgürlüğünü ve yalnızlığını.
Ve her gece ve yine bir fırtına kopuyor bu odada. Bir kez de tersten okunmak istiyor kelimeler ölümcül arzularına anlam katan kıvamlarıyla.

sessiz

-Ne kadar da güzelsin sen, algıların ne kadar da savunmasız, ne kadar da müsaitsin bedeninde acılar barındırmaya. Gel şöyle yanıma otur güzel kız, sana sırlarımı vereyim.

-Anlat bana çocuk, sen anlatırken ben de senin doğacak çocuklarını seveyim.

-Her iz bir sırdır güzel kız, izlerine gizle sırlarımı ve sırlanmış yaşanmışlıklarınla besle. Ama güzel kız, yüzüme doğrultma sakın yaşanmışlıklarını, görmek istemiyorum kendimi senin yüzünde. Ve güzel kız, alıp kabul ettiğin her sır, sahibinden çok senin yaşanmışlığındır artık.

-Anlat yine de çocuk, doğmayacak çocuklarım içimde kendilerini boğarken.

-Dinle şimdi küçük kız...

Kelebek

ölmeyi becerememek kadar yaşamayı reddetmek belki de,
gözlerinin içine bakamamak kadar her yerde bakışlarını aramak,
güle güle diyememek kadar gelişini hayal etmek,
gittiğine inanmamak kadar dönüşünü beklemek,
sevdiğin kadar medet ummak,
yalnızlıklardan yalnızlık beğenirken varlığına sığınmak,
uyuyamadığın bir geceye rüyalar dilemek,
kim bilir.

gözlerinin ardındakini ben değilsem kim bilir?

ayrılık

yumruklarını öyle bir sıkarsın ki avuçlarının zonklamasına ve yanmasına aldırmazsın. öyle bir an gelir ki kafanı kaldırıp teninin bir kez bile değmediği yatakta bedenini ararsın, öyle daralır ki o yatak, yokluğunu farkettiğin anda yumruk yaptığın ellerini çözer ve parmaklarını boynuna dolarsın. nabzın öyle hızlıdır ki, biçimsiz bir atardamar geçiyordur sanki yatağının orta yerinden. tansiyonun gittikçe düşer, duvarın soğuğu sıcağa döner alnının ateşinden, baş ağrın kulaklarında inler.

mümkünse

abidin artık mutluluğun resmini yapsın, leonardo da gözyaşının. picasso parçalanarak ırzına göz dikilmiş kişiliklerimize cetvel doğrulturken, dali sürreal kelebeklerini üzerimize salsın. fernando yine rüyalarımıza girip gözlerimizin içine baka baka şarkı söylesin, andy bol kanamalı adet günlerimizden bahsetsin. önümüz yaz, kevin duygusallığını çaktırmayan yaz şarkıları yapsın, frida hortlasın, bilge mezarında gece'yi yeni baştan yazsın.

_____o_____

Dünya!
Seni eşsiz güzelliğimden mahrum bırakmak için gidiyorum.
Ve siz, içime girmek için kıvranan piç kuruları!
Sizleri mahrum bıraktığım tek efsane o ıslak karanlık değil, biliniz!
Efsunlu kara içim, zift emdim dudaklarınızdan ve dahası,
Kükürt kokuyor nefesim...
yok ki, olmuyor ki, dökülmüyor ki kelimeler ağızdan. bak işte senin kadar inatçılar, ya sana duyuracaklar kendilerini ya da sessizlik. yok, konuşacak tek kelimem yok, anlatacak tek şey yok, sessizlik. elleriyle karnımı parçalıyor halbuki kelimeler, biraz yanıma yaklaşmaya gör. sessizlik. kimseler duymayacak. bir kuytuda eğilebileceksem boynuna, fısıldarım kulaklarına belki. şimdi ölüm sessizliği var burda. sormayın e mi? bilemeyin e mi? böyle özlemek anlatılmaz, çarpılırız alimallah, çarpar allah, böyle özlemek ağıza alınmaz, haşa, allah affetsin.

_____o_____

Çalıntı hazların tohumu, ben!
Her sevişmeniz çalıntı dokunuşlardan ibaret,
Yağmadan arta kalan zevkleriniz,
Ve ben, son nefesiniz.

açelya

telefonu kapattıktan sonra gök gürledi, göğün bağrından bir bağırtıdır koptu geldi. buralara, bu şehre yağmur yağarken kadın, ben senin gözlerinin yağmurunda ıslandım bu sabah.

atamadığımız çığlıkların meyvesi de yenmiyor, öfkenin tohumları atıldığı yerde can veriyor, birer karabasan edası takınmış tüm neşeler. şimdi ben hiç üşümeden seninle ıslanıyorum yağmurun orta yerinde.

Su

tanrı bazılarımız için melekler yaratır, inanmak hiç de zor değildir böyle zamanlarda. melekler siz konuşurken gözlerinizin içine bakarlar, eğer yüz yüze değilseniz de sizi dinlerken önlerine eğerler başlarını usulca.

melekler önce size göz yaşlarını armağan ederler hiç çekinmeden, hayatlarının gizleriyle ödüllendirilirsiniz önce, sonra bir gece beraber uykunuzu paylaşırsınız, el ele uyursunuz farkına bile varmadan, çıplak ayaklarınızla sabahın serinliğini hissettiğiniz bir güne beraber uyanırsınız.

melekler dokunmaktan korkmazlar, mimikleriniz onlar için haritanızdır sizin, yüzünüze bakarlar ve elleriyle doğru yolu ararlar, size hiç ama hiç hissettirmeden kanatlarıyla sararlar acıyan yerlerinizi. her melek kendi adanmışlığında yaşar, kimselere göstermez kendini sizden başka, siyahlara sarar kendini, saçlarının ardına saklanır koca bir hayat boyunca.

ve rüyalarında özgürdür melekler, bembeyaz elbiselerine bürünüp ruhlarını rüzgara teslim ederler. ve rüyalarından tanırsınız meleklerinizi, hiç görmeden ortağı olduğunuz düşlerinde gizlidir beraberliğiniz.

tökez

her gün, her an bir şeyler öğrenmek için bakıyorum etrafa, gözlerim bomboş bakıyor, zihnim gördüğüm sahnelerle doluyor bakışlarım yakaladığınca. sessiz kalabildiğim kadar kayıtsız kalamıyorum, bakışlarımı boşalttığım kadar hislerimi geri çekemiyorum, ne kadar boş bakarsam bakayım, ta içimde hissediyorum. her an bir şeyler fısıldıyor kulaklarıma, öğrenmek demekten kaçıyorum, bilmek, olan bitene tanık olmak, varlığının bilgisine ermek gibi, her an bir başkasıyla yüzleşiyorum, ve bir sonraki an bir başka 'olmakta olanla'. çıkarımların sonu yok hayattan, yaşanmışlıklardan. farkındalıkların dönüşü hep bir cümleyle oluyor, uzun saatler zihninde tırnak içine hapsedilmiş bir cümleyle yürüyorsun ve ilerleyen saatlerde cümlen edinilmiş bir bilgi çukuruna dönüşüyor zihninin bir köşesinde. çukurlar açıldıkça açılıyor, çoğaldıkça çoğalıyor, yenilip yiten zihnin yaşlanıyor.


ve sen benim gibi değilsin çocuk, bildiklerin var senin, öğreneceklerin değil. kimseye söyleyecek bir sözün yok senin, sessizsin, sen farkına bile varmadan senden alelacele öğreneceklerim var benim. alelacele çünki sen acelecisin, gitmek konusunda oldukça acelecisin, bildiklerin konusunda ne kadar haklıysan, kararlarında ne kadar inatçıysan, gitmek konusunda da bir o kadar acelecisin. bir zamanlar çukurlarına bata çıka gezindiğim zihninin yolları kapalı başka cümlelere, gözlerin boş bakmaktan öte mühürlü görmeye, saçlarına kenetlenmiş ellerin, buhran anlarında omuzlarına dökülüyor saç tellerin. çünki sen yalnızsın çocuk, sen ve bildiklerin yalnız olduğunuz kadar kutsalsınız benim için, çünki sen biliyorsun çocuk, yalnızlığının sürüklediği kadar uzun menzilin.

'have a great fuckin weekend'



şunu da belirtmeliyiz ki; insanlar duygularıyla oynanmak için değil, birlikte duygularla oynamak içindir.

_____o_____

Dayanılmaz değil kalıcı,
Uçlarıma kadar uyuşuyorum.
Ağızda tat bırakmayan korkunç acı!
Bedenim süzüyor posanı,
Dışkı gibi dışarı atıyorum ardından kalanı,
Hissiyatımı çizip karışıyorsun hayata.
sikseler tatmin olmazsın, sallandırsalar ölmezsin, gıdıklasalar gülmezsin, bağlasalar durmazsın, konuşsalar duymazsın, kussalar tiksinmezsin, kesseler bağırmazsın, ezseler hakkını aramazsın, sahiplenseler ait olmazsın, salsalar gitmezsin, çağırsalar kıpırdamazsın, sövseler gocunmazsın, övseler üstüne alınmazsın, kafana kafana vursalar bana mısın demezsin, öyle bir yerdesin işte, sikseler umursamazsın.

fıssırık

bir yılbaşı gecesi kustuktan sonra oturup tuvaletin içinde uçuşan sinekleri izliyorsanız bu iyi bir şeydir, iç huzurunuzu yakalamak üzeresinizdir. yine aynı tuvalette işiniz bitmesine rağmen otururken, tuvaletten yukarı tırmanan sineğe üfleyip zavallıcığın ayaklarını zeminden kesmiyorsanız bu da iyi bir şeydir, ramak kalmıştır iç huzurunuza kavuşmanıza. ama zaten siz küçükken de karıncaları lavabodan topluyorsunuzdur, boğulmasınlar diye. bilmem kaç sene geçmiştir içinizin yellenip de huzurunuzu bilmem nerelere savurtmasının üstünden.

_____o_____

Göğsüm! Kanlı yarısı!
Yedin onu umarsızca.
Em, ıslat, ıskala arada,
Kanatarak ulaşamazsın bana!
Bütün bir çürümüşlük du(o)ygusu,
Kokusunu yanında taşıyan kendi kanım dudaklarında!
Göğsüm, kanlı yarısı!
Kus onu kucağıma.

Viskningar Och Rop,


bir kadın gözlerimin önünde acı çekti, bir diğer kadın hiç tereddüt etmeden acı çeken kadının ölümüne şefkatiyle eşlik etti, diğer iki kadın acı çeken kadını çekimser bakışlarla izledi, müdehaleden uzak soğuk bir ilgiyle kandırarak terkettiler diğer kadından farklı olarak, halbuki diğer kadının göğsünden şefkat akıyordu süt yerine. iki kadından biri vaktiyle kocasına ihanet etti, diğerini ise kocası hiç sevmedi. ve sonra bu iki kadın hiç acımadan birbirlerine yalan söyledi, yalan söylemekten öte sahte dokunuşlarla birbirlerini sevdi ve en gerçek halleriyle birbirlerini terketti. acı çeken kadın öldü, şefkat yetiştiren kadın yalnız kaldı, diğer iki kadın ise trajedilerine acı çeken kadının mezarında yer açtı. ve film bitti.

duy

bırak da dokunamasınlar kanatlarımıza elleriyle, bırak değmesin kulaklarına kelimelerimiz, bırak ulaşmasın hayallerine düşlerimiz, bırak yitsin bakışlarında gözlerimiz. bırak bilemeyelim tanrıyı bakışlarımızla, kutsayamayalım dualarımızla, yalvaramayalım tanrıya gözyaşlarımızla. böylesi çok daha bizden değil mi? anlatmadan yaşamak, dilemeden beklemek, görmeden inanmak, bilemeden düşlemek.
girdim baktım sizin bahçeye, çiğnedim çiğnedim kuru yaprakları, değdim geçtim dikenli dallara, bastım gittim ıslak toprağa.
utanıyorum, kendimden utanıyorum, kendimle utanıyorum. kendi kendime utanıyorum.
bugün günah işledim. arkamı döndüm, saklandığımı sandım ve günah işledim. her günahtan sonra yüzünü dönüp tanrıya sevimlilik yapmak gibi, sana dönüp affedilmek istedim. tanrıyı es geçtim ve bağışlanmak için seni bekledim. sen ise çoktan beni terkettin ve sana inanmamamı öğütledin. bugün günah işledim, bunun günah olmadığını düşünerek günah işledim, günahımın vicdanıma yerleşmeyeceğini düşünerek günah işledim, kendimi daha güçlü hissedeceğimi sanarak günah işledim. hiç bir şey sanmadan, sadece günahıma kılıf istedim. yağmurda çırılçıplak uykuya daldım sonrasında, arınmak istedim. tanrı başımı sıvazladı, sen vicdanımı tekmeledin, bugün günah işledim, sen beni affetmedin.

07.07

seni seviyorum çocuk, gözleriyle her şeyin en güzelini gören çocuk.
leon: frida? ne kadar acı çektin?

frida: defalarca kestiler, kemiklerimi kırdılar, yeniden kaynattılar. daha ne söyleyebilirim ki? bir puzzle gibiyim. tüm o ameliyatlar geçirdiğim kazadan daha fazla hasar verdi. her şey canımı yakıyor artık. ama en kötüsü de bacaklarım. ama yine de ben iyiyim. dayanabileceğimizi sandığımızdan çok daha fazlasına dayanabiliyoruz.

leon: tablolarında hoşuma giden de bu. bu mesajı veriyorlar. resimlerin insanların ortak duygularını ifade ediyorlar. acı çekerken yalnız olduklarını.

Krótki Film o Miłości

aşk üzerine kısa bir film öyle mi? evet, belki.
magda son sahnede dürbünün arkasına geçip kendi penceresinden kendini izlerken farkedebiliyordunuz bunu;
birini sevmek, onun kendini sizin gözlerinizden görmesine müsaade etmekti.
bir düşünsenize, kendinize onun gözleriyle baktığınızda gördüğünüz insan ne kadar sizseniz, o kadar gerçek ve o kadar size özel bir sevgidir sahip olduğunuz, bu sevginin varlığıyla ve size yönelişiyle varlığınız doğrulanır sanki.
kendinizi sevdiklerinizin gözlerinde bulabilmeniz dileğiyle efendim, gecesinin gündüzüne eşit olduğu günün sonlarından sevgiler.

of montreal of!


evet bir kez daha emin oluyorum yeryüzü yaratılırken bu şarkı çalıyordu, benim yeryüzüm yaratılırken bu şarkı çalıyordu, yeryüzümü yeniden yaratırken hep bu şarkıyı dinliyorum, bu şarkıyı dinlerken mucize depremler oluyor ve yeryüzüm hep yeniden yaratılıyor.


Of Montreal - The Past is a Grotesque Animal
ve günlerden bir gün müzik kanallarında dolanırken rachael yamagata isimli ablanın faster isimli şarkısına denk geliyorum ve şarkıyı edinip dinledikçe dinliyor dinledikçe keyiften meste giden yolda ilerliyorum ilerlemesine de albümü playliste atıp uyurken uyumazken uyumaya çalışırken bir şarkı daha bitmeden uyumamaya direnirken dinledikçe dinliyorum da dinliyorum da şiddetle tavsiye ediyorum da yüklüyorum da link de veriyorum.


Rachael Yamagata - Elephants... Teeth Sinking Into Heart
bana bir sebep söyleme sana gelmem için, ben tüm sebepleri zaten biriktirdim, biriktirdim ve içlerinden hiç birini seçmedim. şimdi sana sebepsiz yere geldim.
kim bilir, belki yarın belki yarından daha geç...
hiç bir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını biliyorum, içeriden de görünen hiç bir şey yok, ne içerden ne dışardan, burada görülmeye değer hiç bir bok yok!

noktalama

kimden kalan geriye bir adım ağırlık değil ki yaşarken gölgemizde yağdığında yağmur kokusu değil rahatsız eden burun deliklerini gözlerin sanki yaşaran bir adım geriye atamazken basmamak için gölgene üzerinde yürüdüğün yol değil yağmurda ıslanmamış uçuşan rüzgarda belki saçların gölgenin yüzüne vuran olsa da damlamak için bir damla burnunun ucunda ki süzülerek gelmiş yanakların yol ona gözlerinden ayrılan ancak nerede eşlik eden yağmur yazdıklarına silerken kokusunu parmak uçlarından dökülen tozun kömür karası.

söz

söz dediğin nedir ki, ağızdan çıkan lafın altına atılmış görünmez koca bir imza, gel de ispatla, hani söz vermiştin, e hani nerdesin? bilirim ben seni, bi kere söz verdin mi, sözü de sırtlanır bucak bucak kaçarsın, sözün sahibi sensin ya, hak da iddia edemeyiz ardından, e sözünü bıraksaydın bari koşturmasaydın arkandan. vallahi bacaklarım uyuşuyor, ne halim yerinde koşmak için ne de vaktim var durup düşüneceğim.

hesap

ben on verdim sen sekiz dedin, ben onbeş ekledim sen yedi verdin ben yediyi gerisin geri sana verdim yirmibeş dedim yetmez dedin beş ekledin ben beşi gerisin geri sana verdim onbeş ekledim kırkbeş dedin beş verdin beşi gerisin geri sana verdim beş ekledim kırkbeş dedim bahşiş dedin.
hiç kimsenin gözleri uçurum değil artık, düşüşe zemin hazırlayacak kelimeler dökülmüyor ağızlardan, önce kendine dokunmak istiyor eller karşılıksız ve duymayı reddediyor kulaklar çiğ çığlıklar atarken koynunda.
baba bir masal anlat bana
icinde tüm yalanların
kurtla kuzu olsun
seninle ben
önce yazmak mı vardı, okumak mı önce?
hadi beyaz elbiseli kadın, yolun sonu nereye varacak ben bilmiyorum, sen de öyle, kimse de, kimse'nin çoğulluğuna takılıyor zihnim, kimseler ne kadar da kalabalıklar, ne kadar da kalabalık bir hiçlik 'kimse'. hadi beyaz elbiseli kadın, yolun sonu nereye varacak ben bilmiyorum, sen de öyle, herkes de, herkesin sığlığına takılıyor zihnim.. hadi beyaz elbiseli kadın, kelimeler arkamızdan rüzgar olup eşlik ediyor sadece, yolun sonu nereye varıyor bir kelimeler umursamıyor, kelimeler bizim gibi, senin benim gibi, özgür. resimdeki beyaz elbiseli kadın, diğer siyah elbiseli olanın sırtını yasladığı, yitik bir huzur ve yorgun düşüncelerle gözlerinden öpüyorum, bir parça da sabır fısıldıyorum ruhuna.