aynı köşesinde yüzlerce genç kızın delirdiği bir sokakta yürüyorum
onca delikanlının avlusundaki ateşte tüylerini tütsüledikleri evi görüyorum
epey yaşlanmış kırmızı saçlı kadının bir odasında kızlığını kaybettiği oteli geçiyorum
birkaç orospunun yaslanarak iş bitirdikleri büyük demir kapıyı gerimde bırakıyorum
henüz misketleri ceplerinden dökülmemiş veletler ardımdan küfrediyorlar dönüp bakmıyorum
sevdasıyla birlikte aklını da yitirmiş yirmi üç yaşındaki kızın
her sabah kirli ve ıslak iç çamaşırlarını astığı iri gövdeli ağacı da geçiyorum
oyuncaklarının üzerindeki boyaların dökülen yerleri pas tutmuş parka giriyorum
tek zinciri kopmuş salıncakta sallanıyorum ve merdivenleri olmayan kaydıraktan düşüyorum
işte o sinemanın kırık sandalyeleri kırmızı plastiktendi.
belki de değil, bilemiyorum.
renkler gerçekten bu kadar önemli miydi?
üzerinde son kez seviştiğimiz çarşafın rengi buruk mavi olmasaydı eğer,
bunca kazınır mıydı dimağıma o sahneler?
ah, sen!
en berbat şairlerin üstelediği bir unutuş hikayesiydin.
işte, en tedirgin edici tarafı da bu ki;
hatırlamak seni, zulmün gölge oyunları demekti.
iki elinin baş parmaklarını birbirine kenetlemiş ve geriye kalan sekiz parmağı havada çırpınırken,
biz haber güvercini sanardık o gölgeleri,
ruhumuz bile duymazdı bir ayrılığın çığlığına bulanmış seslerini.
kısacası;
artık senin gözlerini hatırlatmıyor bana gölgelerin rengi, ne mavisi ne yeşili.
benim odam ışık almaz,
ama yan bahçedeki ağacın yaprakları üzerine dökülen güneşin aşığıyımdır.


birçok günün yazısı,

Sinek efendim! ; kreuzen99 (yüzdüşün. yüz düş'ün mü var?...)
rahmimin en ücra köşesinden çıkardım
ve sokak aralarında bıraktım seni.
aç bir kedi adını sayıkladı,
sahipsiz bir köpek yüzüne yaklaştı
ve kuyruksuz bir fare ayak parmaklarına sarıldı.
alın dedim,
onu siz sevin
sokak araları ve sahipleri.
boş bir sokağın tek kişilik kalabalığı olarak
ve kendi nüfusumu yalayarak uzaklaştım hatırandan,
dile ziyan küfürler döküldü ağzımdan
ve kırılmadan yuvarlandılar kaldırımlardan.
sokağın sonundaki merdiven boşluğundan aşşağı ittim sonra kendimi,
sol bileğimi incittim kendime sarılacakken
ve sağ dirseğimi ruhuma çarptım düşerken.



geçmiş günün yazısı,

Parpali ; Fotoğraf (Başka Türlü Bir Şey)

UYARI!



Bu blogda yayınlanmış kayıtlarda bahsi geçen kişi ve karakterlerin
tamamı hayal ürünü olup,
gerçek hayatta karşılıkları bulunmamaktadır.


günün yazısı,

hich ; nude and blued
boğazımdan ağlıyorum ben,
şöyle oluyor;
önce boğazımda bir nokta sivri topuklarla çiğnenen bir meme ucu gibi acımaya başlıyor
ve ardından yüzüm ıslanıyor.

ve şu son birkaç aydır,
artık sarılmak maksadıyla mı yoksa boğmak niyetiyle mi bilemiyorum ama;
boğazıma dolanan şu bir çift el diyorum,
bir çift kol ya da,
sahibine yahut sahibesine
en içten küfürlerimi gönderiyorum,
karakterini kişiliğini hedef alıyorum hem de, nokta atışı yapmayı planlıyorum.
günün yazısı,

emre varışlı ; osman abim evde mii - meşru ibnelik
'başka türlü bir şey, benim istediğim..'
'sonu gelmez öpüşler..'
düşününce genzimi yakan bir hatıradan farkın kalmadı,

düşündükçe renkleri koyulaşan bir hatıradan tek farkın;
bir daha gerçek olamayacak kadar yitirilmiş olman.
...

şehrim çıkarken unutulan bir anahtardır. dönmek hiçbir işe yaramaz.

şehrim kal diyor. gitme. seni benim kadar kimse unutamaz gurbette.
belki dönerim diyemiyorum. çünki belki dönmek sabahları anlamaktır.

...

çünkü ben sarhoş olmayı anladığım zaman şehrim beni ağlatmıştır

sevgilim onmaz yaralar inandırmıştır ellerime titrer dururlar boyuna
...





Kerim Akbaş (Artıklar Coğrafyası)
bana masal anlatsana baba?
artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun diye karnını bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını, yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse
...





küçük iskender


mordevrim-artık kalbim yok

''mutluluktan daha keskin acılar olabilir Elizabeth,
tıpkı dilini yakan nane şekeri gibi.
kadın olmanın coşkusu acı verebilir sana.''




dedi kadın, coşkuyla..
böyle de güzel akşam bi daha nah! bulunur,
nanik!
ulan,
hayatımda senin kadar gösterip de vermeyen bi orospu daha görmedim, hayat!
ama göreceğim ben seni,
çözeceğim belindeki kırmızı kurdeleni!
pembe, yeşil güzelim açelya,
yakışır o başka yarınlara,
çiçeklenir coşar Işılsu'yla,
kırılgandır koyu karanlıkta,
açelyalar hep hatırlatır beni, sana.